Connect with us
Örnek Resim Örnek Resim

Yaşam

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Yirmi birinci yüzyıl, başkalarına karşı güvenin yitirildiği dönem olarak hatırlanacak. Tüm dünyada insanlar acil bir duruma tanık olsalar dahi, müdahale etme konusunda artık daha çekimserler.

Published

on

Gözünüzün önünde meydana gelen acil bir duruma tanık olsaydınız, başı dertte olan kişiye yardım etmek için harekete geçer miydiniz? Mesela polise veya ambulansa anında haber verir miydiniz? Psikologlar böyle bir durumda müdahale edip etmemenizin, diğer tanıkların sayısına bağlı olabileceği görüşünde. Yardıma ihtiyaç duyulan bir olayda, çevrede tanıklık eden kişi sayısı ne kadar fazla ise müdahale eden kişi sayısı o oranda düşüyor. Bu durum literatürde ‘seyirci etkisi’ olarak ifade ediliyor. Yani çevrenizde ne kadar fazla insan varsa, müdahale etmekten o kadar çabuk vazgeçiyorsunuz.

Kalabalığın bir parçası olduğumuzda neden yardıma çekiniyoruz?

‘Seyirci etkisi’ terimi aslında yeni değil. 1964 yılında ABD’de meydana gelen bir cinayete tanık olan ve mağdurun yardım çığlıklarını işiten 38 tanıktan hiçbirinin polise haber vermemesi ‘seyirci etkisi’ olarak anılıyor. Kalabalığın sosyal davranış üzerinde güçlü bir etkisi olduğu kabul edilmiş. Seyirci etkisine neden olan en önemli faktör, başka gözlemciler olduğu için bireylerin harekete geçmek için baskı hissetmemesi. Harekete geçme sorumluluğu orada bulunanların tümü arasında paylaşılıyor. Büyük bir kalabalığın parçası olmak, sorumluluğu da o oranda bölüştürüyor.

1964’te yaşanan bu talihsiz olayın benzerleri zaman zaman dünyanın farklı yerlerinde yaşandı. Günümüzde ise bu tür haberlere daha çok rastlanıyor. Şimdi meseleye akıllı telefonlar da dahil oldu. Acil bir durumda insanlar akıllı telefonlarını yetkilileri aramak için değil olayı kayıt altına almak için kullanıyor. Uzmanlara göre bu durum sadece seyirci etkisiyle açıklanabilecek kadar basit değil. Konunun psikolojik boyutunu Psikiyatri Uzmanı Nesrin Dilbaz’la konuştuk.

Akıllı telefonlarla olayın kayıt altına alınmasının altında nasıl bir motivasyon yatıyor?

“Daha önce ‘biz’ demeyi çok daha önde tutarken, son dönemlerde daha çok ‘ben’ diyen bir toplumla beraberiz.” Nesrin Dilbaz durumu bu sözlere açıklıyor, bireyselleşmenin son 20 yılda arttığını anlatıyor.

“Benim sorunum olmasın, bana bulaşılmasın ama yaşam devam etsin şeklinde düşünüyor insanlar. Tabii kötü örnekler nedeniyle insanlar başka kişilere güvenini de kaybetmiş durumda. “

İnsanların artık birbirlerine yardımcı olmak, birinin ihtiyacı olduğunda yanında olmak gibi önemli değerlerden gittikçe uzaklaştığını söyleyen Nesrin Dilbaz, kişi kendisinin de zarar görebileceğini düşünüyorsa daha da çekimser kalacağını söylüyor. Sorumluluk almak ile kendinizi riske atmak istememek arasında çelişkili bir durum oluşuyor.

“Bakın şöyle bir örnek vereyim hiç kendisinin zarar görmeyeceği bir kazaya şahit oluyor insanlar, bir trafik kazası diyebiliriz. Aklımıza ilk gelen şey burada birinin çok hızlıca bir ambulans çağırması. Ama orada bakıyorsunuz ki insanlar elinde cep telefonu ile çekim yapıyor. Yani orada hemen popülarite devreye gidiyor. Kazaya şahit olduğunu, kendisinin sosyal medyaya bunu ulaştırması gerektiğini ve bu arada kimsenin ambulans çağırmadığını görüyorsunuz. Bu yapılmış bir çalışma örneğidir.”

Sosyal medya şiddeti normalleştiriyor

Sosyal mecralarda şiddet içeren videolara, haberlere her an, her saniye ulaşmak mümkün. Aslında maruz kalmak daha doğrusu zira bu tür videolara rastlamadan internette bir gün geçirmek günümüzde neredeyse imkansız. Dilbaz’a göre olumsuz uyaranlara kısa süreli de olsa çok sayıda maruz kalmak, ne yazık ki şiddeti zihnimizde normalleştiriyor.

“Yaklaşık 20 yıldır yani globalleşmeyle, sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte o kadar çok olumsuz olayla karşılaşarak duyarsızlaştık ki bence en önemli noktalardan biri de bu. Yani artık insanlar bu tür olaylar için üzülmemeye başlıyor. Ya da ‘bu kadar çok insan bunu yapıyorsa, herhalde bunda bir doğruluk payı var’ diyerek gerçekten doğrularımızda, değerlerimizde çok ciddi bir dejenerasyon gelişiyor. Bazı dizilerde, spikerlerin karşısındakini suçladığı televizyon programlarında öyle kötü örnekler çıkıyor ki, bir süre sonra toplum herkesin öyle olduğunu düşünmeye başlıyor.”

İnsanlara diziler ve sosyal medya aracılığıyla değişik değerler mi yüklenmeye başlandı? Akıllı telefonlarla anın kaydedilmesinin altında yatan motivasyon bu yeni değerler mi? Bu soruları da Psikiyatri Uzmanı Nesrin Dilbaz’a yöneltiyoruz:

“Bakın o sırada ne çektiğinin farkında değil insanların büyük bir çoğunluğu. Oradaki tek nokta ‘ben’ duygusuyla ilgili. Ben gördüm, ben çektim, beni gördüler, beni daha değerli buldular… Konu hep kayıt alanın etrafında dönüyor. Yoksa o çekimin hiç kimseye bir faydası yok. O sırada onu çekmek yerine müdahale etmek gerekmiyor ama müdahale edebilecek güçlere, kuvvetlere, polise ambulansa ulaşabilir miydim gibi bir düşünce yok. Tek bir şey var: Kimsenin elinde olmayan bir bilgiye ben sahip olacağım diyerek hızlıca sosyal medyada yayınlamak, motivasyon sadece o.”

Peki eski değerlere yeniden ulaşmak mümkün mü? Bu durumda nasıl bir strateji geliştirmek gerekiyor?

“Şu anda temelini atacağımız her türlü düzenlemedeki değişimi 20 yıl sonra göreceğiz. Eğer şimdi önlemini almazsak gittikçe daha kötü duruma geleceğiz. Adalete güvenmek gerekir. Biz bu güveni tekrar sağlayamazsak, o zaman insanlar kendi çözümlerini kendileri getirmeye başlayacaklar. Bir ülke için bu en büyük tehlike. İkincisi sosyal mecralar ve medya ile ilgili politika yapıcıların düzenlemeler yapması gerekiyor. Bakın yasaklar değil… Birçok şey yönetmeliklerle düzenlenebilir. Ama asıl eğitim aileden başlar.”

Müdahale etmemek değil yetkililere haber vermemek suç

Konunun kuşkusuz bir de hukuki boyutu var. Sıradan vatandaşların tehlikeye atılarak acil duruma müdahale etmesi söz konusu değil. Zira herkes suçu işleyen kişinin kendisine yönelik de bir eylemde bulunacağından kaygılanabilir. Türk Ceza Kanununda bu durum 278, 279 ve 280. maddelerle düzenlenmiş. Hukukçu Hasan Oymak’a TCK’nın bu konu ile ilgili düzenlemesini soruyoruz.

“Engelleme yükümlülüğü vermiyor kanun. Bildirme yükümlülüğü veriyor. Dolayısıyla siz müdahale edin, bu suçu işleyen kişiyle karşı karşıya gelin demiyor. Ama kolluk kuvvetlerine bildirimde bulunma yükümlülüğünüz var diyor. 278. maddede doğrudan normal vatandaşlar bakımından değerlendirme yapılmış. Orada diyor ki; işlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Suç işlemişse ama sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması halen mümkün ise yine yetkili makamlara bildirmeyen kişi aynı şekilde cezalandırılır.”

“279. madde kamu hizmetinde yer alan kişiler bakımından bir değerlendirme yapmış, orada da görevi ile ilgili olarak bir suça şahit olan kişilerin bu suçu bildirmesi hususu düzenlenmiş, 280. maddede de sağlık personelinin kendisine gelen olaylarda bir suç unsuru görmüş ise bu konuyla ilgili olarak bildirimde bulunma yükümlülüğü vermiş.”

Suçun gizlenmesine sebep olmak suç ortaklığı kabul ediliyor. Suçun bildirilmesine engel olmak da suç. Yani siz yanınızdaki kişi kolluk kuvvetlerini arayalım dediğinde, o kişiyi engellerseniz bakın nasıl bir suçlamayla karşı karşıya kalabilirsiniz:

“İki kişisiniz, bir suçu gördünüz, şahit oldunuz. Kişilerden biri suçu bildirmek istedi yetkili makamlara, diğer kişi onun suçu bildirmesine engel oldu. Böyle bir durumda engel olan kişi o suçu işlemiş olan kişiyle birlikte yargılanıyor. Yani suçu işlemiş, ona iştirak etmiş gibi yargılanıyor.”

Peki insanların akıllı telefonlarla olay kaydetmesine yönelik bir yaptırım var mı? Hasan Oymak’a son olarak bu soruyu yöneltiyoruz. Oymak bu noktada önemli bir uyarı yapıyor:

“Dikkatli olun. Çektiğiniz kareleri kolluk kuvvetleri yerine sosyal medya mecralarında paylaşırsanız, suç duyurusuyla karşı karşıya kalabilirsiniz. O esnada suçu gördünüz, bunu hemen akıllı telefona kaydettiniz ve magazin haberi olarak kullanıyorsanız, dedikodu malzemesi olarak kullanıyorsanız suç. Kişilik haklarını ihlal, yani suç işlemiş olsa bile kişiyi bu şekilde ortaya çıkarmanız suç teşkil ediyor. Ama sizin bunu çektikten sonra yetkili mercilere göndermiş olmanız zaten bildiriminizin kuvvetini artıracağı için onda bir beis yok” 

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

Bireyselleşmenin çağı 21. yy suça sessiz kalmayı öğretti

TRT

Devamını Oku
Yorum Yapabilirsiniz

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yaşam

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Dikkat edilmediği takdirde güneş ışınlarının cilde pek çok zararı bulunuyor. Bunun için ışınların dik açıyla düştüğü saat diliminde güneşten kaçınmak, koruyucu krem kullanmak, uygun kıyafet tercihi ve gözlük takmak gibi tedbirler hayli önemli.

Published

on

By

Yaz geldi. Güneş tüm yakıcılığıyla ışıldıyor. Dünya’nın ışık ve ısı kaynağı güneş, aynı zamanda kimi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Öyle ki iş cilt kanserine kadar varabiliyor. Bu olumsuz etkilerden uzak durmak için çeşitli önlemler almak gerekiyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlkin Zindancı, güneşten korunmak için izlenmesi gereken yolları TRT Haber’e anlattı.

Ciltte güneşe karşı blokaj oluşturulmalı

Güneşe karşı her insanın duyarlılığı farklı. “Herkes güneşten aynı derecede etkilenmez” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini, “Özellikle çocuklar ve yaşlılar, açık ten-göz-saç rengine sahip kişiler güneşe her zaman daha duyarlıdır. Esmer tenli birine göre bu grup her zaman daha fazla etkileniyor. Daha fazla korunmaları gerekiyor” şeklinde sürdürüyor.

Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için ilk kural Prof. Dr. Zindancı’ya göre şu: “Etkili olduğu saatte güneşten kaçınmak çok önemli. Bu da güneşin dik açılarla geldiği 11.00-15.00 saatleri arası. Bunu özelikle belirtmek lazım. Bu saatlerden kaçınacağız.”

Prof. Dr. Zindancı’nın dikkat çektiği bir diğer ayrıntı ise blokaj:

“Blokajı öncelikle kıyafetlerle oluşturabilirsiniz. Öncelikle güneşe karşı hassas olan kişilerde bunu muhakkak belirtmek lazım. Giysiler çok kalın olmayan, ışığı yansıtacak tarzda açık renkli, gevşek uzun kollu olabilir. Şapka, gözlük hatta şu aralar maske bile güneşten koruyor.”

Güneş koruyucu krem kullanmak şart

Bir diğer korunma yöntemi ise dermatoloji uzmanlarının önemle üzerinde durduğu koruyucu kremler… Koruyucu ürünler fiziksel ve kimyasal olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Prof. Dr. Zindancı bu ayrımın ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor:

“Fiziksel koruyucular içlerinde kimyasal maddeyi en az barındıran, daha çok bariyer oluşturan ürünler. Özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamilelerde bunun kullanılmasını tercih ediyoruz. Diğer ürünler ise kimyasal diye geçiyor ama yine bunlar da pek çok testten geçen ürünler. Yine zararlı olmayan maddelerden elde ediliyor.”

30 faktör ve üstü koruyucu krem önerisi

Güneş koruyucularını satın alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gereken birtakım detaylar var. Koruyucu ürünlerin hem ultraviyole A hem de ultraviyole B’ye karşı etkili olması gerekiyor. Bir diğer detayı ise Prof. Dr. Zindancı şöyle anlatıyor:

“SPF (sun protectin factor) 30 faktör ve üzeri olmalı. Burada marka önemli değil. Testleri yapılmış, bilindik ve geçerliliği kabul edilmiş markalardan alınmalı. Yine bunun cilt tipine uygun olmasını öneriyoruz. Akneli ciltler için çok yağlı olmayan ürünler, kuru ciltler için de nemlendirici içerikleri olduğu belirtilenler… Bir de tabii ürünün raf ömrü önemli. Açık olmayan iki-üç yıllık raf ömrü olan ürünler tercih edilmeli. Açık ürünlerin ise bir yıl daha kullanılacağı kabul edilir. Uygun şartlarda saklandıysa rengi, kokusu, akışkanlığı ve kıvamı değişmediyse bu güneş koruyucuların kullanılması söz konusu olabilir.”

Bronzlaşmaktan kaçınmak gerek

Yaz aylarında sıkça kullanılan ürünlerden biri de bronzlaştırıcılar. Ancak bronzlaşmak ve bunun için bazı ürünler kullanmak dermatoloji uzmanları tarafından kesinlikle önerilmiyor. Prof. Dr. Zindancı, “Zaten güneşin zararlı etkilerinden kaçmaya çalışıyoruz. Mümkünse bronzlaşmaktan kaçının. ‘O zaman D vitamini nasıl alacağız?’ diyorlar. Güneş koruyucular zaten öyle yüzde yüz korumuyor. Koruyucuya rağmen bizim maruz kaldığımız güneş, bir miktar D vitamini sentezine izin veriyor. Biz bir de bunu kol iç yüzü gibi daha nadir güneş gören yerlerden günlük 10-15 dakika güneşte kalarak alabiliyoruz” diyor.

Güneşin etkilerinden bazı bölgeleri özellikle korumamız gerekiyor. Yüz, göğüs, kulak kepçeleri, el sırtı ve erkeklerde dökülen saçların olduğu bölgeler gibi… Çünkü bu bölgeler aynı zamanda cilt kanserlerinin de en fazla görüldüğü yerler.

Güneş yanıklarına karşı ne yapılmalı?

Güneş yanıklarına ve lekelerine karşı yapılması gerekenler de önemli. Doç. Dr. Zindancı’nın bu noktadaki önerileri ise şöyle:

“Güneş yanığı sonuçta medikal acil bir durum. O bölgede bir reaksiyon oluşuyor. Biraz normalin üzerinde güneş, o bölgede bazı süreçleri başlatıyor. Bu gibi durumda kişinin yapması gereken hemen o bölgeyi biraz serinletme, suya tutma, üzerine nemlendirici bir şeyler sürme olabilir. Diş macunu ve şampuan gibi şeyler sürülmemeli, varsa ağrı kesici alınabilir. Onun haricinde basit yara kremleri kullanılabilir. Ama yanıt alınamıyorsa medikal tedavi öneriyoruz.”

Güneş lekeleri uzun sürede oluşuyor

Günümüzde çok sayıda insanın muzdarip olduğu bir başka konu ise güneş lekeleri… Ancak güneş lekeleri daha farklı gelişiyor. Öncelikle güneş yanığı hemen gelişirken lekeler tam tersi uzun süre güneşten korunmayan insanlarda meydana geliyor. “Bu lekeler güneşin uzun yıllar içinde biriktirici etkisine bağlıdır. Biriktirici etki süresi uzadıkça leke oluşuyor. Lekeler güneş hasarı bulgusudur” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Bu biraz cilt tipiyle de alakalı. Herkeste güneş lekesi olmaz. Esmer tene doğru gittikçe leke kolaylaşır. Lekelerde sigaranın ve hormonların da etkisi var. Ama bu lekelerin oluştuğu alanlar, kronik hasarın ve kanser riskinin en fazla arttığı alanlardır.”  

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk hekimlerinin tedavi yöntemi dünya tıp literatürüne girdi

Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ve ekibi, hastasını, ilaç tedavisinin yeterli gelmediği zorlu bir kalp ritim bozukluğundan dünya tıp literatürüne giren yöntemle kurtardı. Hastanın kalp fonk

Published

on

By

Kalbinde 10 yıldır ritim bozukluğu (aritmi) bulunan 41 yaşındaki Ercüment Taşkıran, hastalığının neden olduğu çabuk yorulma, aşırı terleme, bunalma, bayılma ve kalp yetmezliği gibi sorunlarla hayatını sürdürmeye çalışıyordu.

Tedavisinde kullanılan ilaçların fayda etmediği Taşkıran, bir gün evinde bayılması üzerine Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Tetkikler sonucunda Taşkıran’a, kalbin kulakçıklarından kaynaklanan, ölümcül olmayan ancak devamlılığı halinde kalp yetmezliğine kadar varabilen kötü sonuçlarla seyreden “atriyal taşikardi” teşhisi konuldu.

Tedavi, dünya tıp literatürüne kazandırıldı

Doç. Dr. Uslu ve ekibi, hastaları Taşkıran’ın tedavisinde, ritim bozukluğuna yol açan sorunlu bölgenin tamamen ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve aritmilerde sıklıkla kullanılan “ablasyon” yöntemini uygulamaya karar verdi.

Ercüment Taşkıran’a uygulanan ablasyon tedavisini diğerlerinden ayıran ise 3 boyutlu haritalamanın yanı sıra “sıcak” ve “soğuk” ablasyon yöntemlerinin bir arada kullanılması ve tüm elektrofizyoloji prosedürlerinin basamaklar halinde uygulanması oldu.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ile ekibinin Taşkıran’ın kalbinin normal ritmine kavuşmasını sağlayan cerrahi yönetimi anlattıkları “Çoklu elektrofizyolojik prosedürler gerektiren zor bir atriyal taşikardi vakasının cerrahi tedavisi” başlıklı makaleleri, uluslararası hakemli dergi Journal of Electrocardiology’de yayımlanarak dünya tıp literatürüne kazandırıldı.

“Bunlar genelde nadir karşılaştığımız vakalar”

Ameliyat süreci ve tedavi planlamasına ilişkin bilgi veren Uslu, hastalarının kendilerine başvurmadan önce farklı merkezlerde ilaç tedavisi gördüğünü, kalbindeki ritim sorunlarının tespiti ve yakılmasıyla ilgili bir işlem ve göğüs ağrıları nedeniyle koroner anjiyografi geçirdiğini anlattı.

Hasta 6 ay önce kendilerine geldiğinde problemin ritimle alakalı olduğunu düşünerek işlemleri buna göre planladıklarını aktaran Uslu, tetkiklerde, kalbin sağ üst kulakçık bölgesinden kaynaklanan bir çarpıntı saptadıklarını ve hastaya “atriyal taşikardi” teşhisi koyduklarını dile getirdi.

Bu bölgenin ancak 3 boyutlu haritalamayla netleştirilebileceğini tespit ettiklerini belirten Uslu, “Bunlar nadir karşılaştığımız vakalar. Bu tip çarpıntılarda -kompleks aritmi olarak düşünüp- hem üç boyutlu haritalamayı hem de konvansiyonel yöntemleri kullanarak işlem planlıyoruz. Bu hastamızda da kalp pilinden tutun ölüme kadar riskler taşıyabilen bir rahatsızlıkla karşı karşıyaydık” dedi.

Doç. Dr. Uslu, ilk olarak, elektrofizyolojik çalışmayla çarpıntının anormal mi yoksa kalbin kendisinden kaynaklanan sinüzal taşikardi mi olduğunu ayırt etmek için kalbin içine kateter yerleştirdiklerini anlattı. Neticede bunun anormal bir çarpıntı olduğunu belirlediklerini kaydeden Uslu, daha sonra, anormal ritmin çıktığı bölgeyi bulmak için 3 boyutlu haritalamayla kompleks bir şekilde tam odağı tespit ettiklerini söyledi. Uslu, “radyofrekans ablasyon” adlı işlemle odağı ortadan kaldırmaya çalıştıklarını belirtti.

Cerrahi ve aritmi ortak çalışarak hastanın ritmini düzeltti

Yaptıkları ilk girişimin başarısız sonuçlandığını belirten Uslu, hemen ardından kalbin kulakçık bölgesinden çıkan ve “apendiks” denen bölgeyi dondurarak, ablasyon yöntemiyle kalbi kendi dokusundan tamamen izole etmeyi planladıklarını dile getirdi.

Uslu, aynı seansta ikinci işlem olarak, genel anestezi altında batın üst kısmından iğneyle “epikard” denilen kalbin dış kısmını 3 boyutlu haritaladıklarını söyledi. Çarpıntının dış yüzeyden kaynaklandığını daha önceden bildikleri için bu bölgeyi haritaladıklarına değinen Uslu, ablasyon ile sinüs ritmi denilen normal ritmi elde edemediklerine işaret etti.

Bunun üzerine üçüncü aşamaya geçtiklerinden bahseden Uslu, “Bu tip hastalarda yapılması gereken, kalbin bu bölgesinin cerrahiyle ortadan kaldırılmasıdır. Cerrahi ve aritmiyle ortak çalışmamızla bu bölgenin eksizyonu ile hastada normal ritmi elde ettik” bilgisini verdi.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu, 2 saat süren ameliyatın ardından Ercüment Taşkıran’ın sağlığına kavuştuğunu aktararak, “İşlem bittikten sonra hastamızın ritmi tamamen normaldi. Sonrasında hiçbir aritmi yaşamadık. Öncesinde hastamızda aritmiye bağlı kalp yetmezliği gelişmişti. Ritmin normale dönmesinden sonra tamamen kalp fonksiyonlarının da normale döndüğünü gördük. Hastamız gayet mutlu. Şu an takiplerimize devam ediyoruz” diye konuştu.

“Kompleks aritmilerde ekip çalışması önemli”

“Kompleks aritmi” denilen bu tip aritmilerin tedavisi için ciddi bir ekip çalışması gerektiğine işaret eden Uslu, “Hastanemizde yaptığımız ekip çalışmalarıyla bu şekilde başarılı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Bu açıdan Koşuyolu Hastanesi aritmi ekibi olarak ciddi anlamda hem efor sarf ediyor hem de bu tip mutlulukları yaşayabiliyoruz. Bu şekilde çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Doç. Dr. Uslu, vakanın dünyada tıp literatürüne girdiğini de vurgulayarak, “Avrupa’nın prestijli bir elektrofizyoloji dergisinde bu vakamız yayımlandı. Dünyada uygulanan nadir taşikardi operasyon türlerinden birisi. Daha önceden ülkemizde bir kere yapılmış bir işlem. Dünyada da bizim yaptığımızın dışında bir örneği vardı. Bizimki de üçüncü olarak literatüre girdi.” diye konuştu.

“Kalbimin yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde”

Ercüment Taşkıran, kalbindeki ritim bozukluğu nedeniyle yolculuk esnasında terleme, aşırı bunalma hissi ve gece uyuyamama gibi yaşamını ciddi derecede etkileyen sıkıntılar yaşadığını anlattı.

Rahatsızlığının ileri safhalarında kalp ritmini algılamak amacıyla kendisine holter cihazı takıldığını belirten Taşkıran, burada kalbinin birkaç saniye durduğunun da gözlendiğini dile getirdi. Taşkıran, süreç içerisinde rahatsızlığının ağırlaştığını, tetkikler sonucunda kendisine ablasyon tedavisi önerildiğini ancak korktuğu için ilaç kullanmaya devam ettiğini söyledi.

Aradan 3-4 yıl geçtikten sonra bir akşam üzeri rahatsızlandığını ve ambulansla Koşuyolu’na getirildiğini aktaran Taşkıran, “Ertesi sabah ilk operasyon yapıldı. İlk operasyondan sonra 2 aylık bir süre oldu. İki ayın sonunda, ameliyat başarısız olduğu için tekrar deneneceği söylendi. Aralık ayının son haftası operasyon gerçekleştirildi” diye konuştu.

Şu anda kendisini iyi hissettiğini belirten Taşkıran, duygularını şöyle dile getirdi:

“Ameliyattan sonra ilaç kullanmam gerekmedi. 10 yıl boyunca bu rahatsızlık sürdü ve sonuna gelindi. O yaşadığım dönemlerle bu dönem arasında ciddi bir fark var. En azından ilaç kullanma psikolojisini tamamen atlattım. Çocuğumla daha eğlenceli zamanlar geçirmeye başladım. Rahatsızlık kalbimi yoruyordu. Enerjim kalmıyordu. Sanki kalbimin yüzde 100’ü değil de yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde sürekli. Koşu yaparken, yüzerken nefesim kesiliyordu. Artık onlar geride kaldı.”

Tedavinin tıp literatürüne girmesinin kendisine güzel hissettirdiğini ifade eden Taşkıran, “Çaresi bulunamayan bazı hastalıklarda böyle tedaviler örnek oluyor. Bundan sonra belki, bana uygulanan yöntem başarılı olduğu için başkalarına da aynı yolla müdahale edilecektir. Genç olduğum için operasyonun daha risksiz geçeceğini düşünüyordum. Sigara ya da alkol kullanmadığım için sağlıklıydım. Bu da sanırım bir etken oldu” dedi.

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk Kızılay her yıl milyonlarca insanın yardımına koşuyor

Türk Kızılay, yurt içinde ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibinin yardımına koşuyor.

Published

on

By

Kurulduğu 11 Haziran 1868’den bu yana bağışçılardan aldığı destekle çalışmalarını sürdüren Türk Kızılay, dünyanın dört bir yanında insani yardım faaliyetleri yürütüyor.

Din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin tüm mazlumlara yardım eli uzatan Kızılay, 170 bini aşkın gönüllüsüyle, kan hizmetleri, uluslararası yardımlar, sosyal hizmetler, göç ve mülteci hizmetleri gibi pek çok alanda ihtiyaç sahiplerinin yaralarını sarıyor.

29 Ekim-4 Kasım Kızılay Haftası dolayısıyla derlediği bilgilere göre, Türk Kızılay, yurt içi ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibine temas ediyor.

Bu kapsamda Kızılay, Afganistan, Azerbaycan, Bangladeş, Bosna Hersek, Bulgaristan, Endonezya, Filistin, Güney Sudan, Irak, KKTC, Myanmar, Pakistan, Senegal, Somali, Sudan, Suriye, Yemen ve Kırgızistan dahil çok sayıda ülkede hizmet veriyor.

Suriye’ye 50 bin tır insani yardım malzemesi ulaştırıldı

Suriye’de savaştan zarar gören ve yerinden edilen kişilere ulaştırılmak üzere savaşın başından bu yana 50 bin tır insani yardım malzemesi sınırdan geçirildi.

Ayrıca, Suriye’de 40’tan fazla tıp merkezi, 10’a yakın yetimhane ve birçok sevgi mağazası kurularak muhtaçlara destek olundu.

Ramazanda yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı

Ramazan ayı ve Kurban Bayramı süresince de dünyanın farklı coğrafyalarındaki milyonlarca insana giyim yardımı, gıda kolileri ve kumanyalar dağıtıldı.

Ramazan ayında yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı. Kurban Bayramı süresince ise 21 ülkede kesilen kurbanlarla 3 milyondan fazla aile kurban bereketini yaşadı.

Bunun yanında, özellikle salgın sürecinde VEFA guruplarıyla birlikte görev yapan Türk Kızılay ekipleri, milyonlarca kişinin gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarını evlerine ulaştırdı.

2 milyon 258 bin 181 ünite kan hastanelere gönderildi

Türkiye’deki kan ihtiyacının neredeyse tamamını gönüllü ve sürekli bağışçılar sayesinde karşılayan Türk Kızılay, kan hizmetlerini de kan bağış merkezi ve mobil kan bağış araçlarıyla yürütüyor.

Türk Kızılayın kan bağış noktalarında, tek kullanımlık malzemelerle, hijyen ve sosyal mesafe kuralları çerçevesinde hizmet veriliyor. Dileyen bağışçılar, “www.kanver.org” adresinden randevu alarak kan bağışında bulunabiliyor.

Bu kapsamda, 2021’in başından bu yana yüzde 87,25’i erkek, yüzde 12,72’si kadınlardan oluşan 1 milyon 707 bin 176 kişi kan bağışında bulundu. Bu bağışlardan elde edilen 2 milyon 258 bin 181 ünite kan ihtiyaç sahiplerine gönderildi.

Bu yıl en çok kan bağışı 18-25 yaş arasındaki gençlerden geldi. İlk defa kan bağışlayanların sayısı ise 510 bin 3 oldu.

34 bin 794 ünite immün plazma COVID-19 hastalarına ulaştırıldı

Öte yandan, Sağlık Bakanlığının onayı ile başlatılan immün plazma tedavisi çok sayıda COVID-19 hastasına umut oldu.

Bu kapsamda, 2021’in başından beri COVID-19 geçiren ve sağlığına kavuşan kişilerden 9 bin 672 ünite immün plazma bileşeni toplandı. Bunlardan toplam 34 bin 794 ünite immün plazma bileşeni üretilerek COVID-19 tedavisi gören hastalara ulaştırıldı.

TRT

Devamını Oku

Trending

Reklam