100’üncü yaşını kutlayan bir efsane, ışıldayan gözler, berrak bir zeka, çevresine enerji veren heyecanı ve neşesi…
“Mustafa Mehmet Salih Okay”, nam-ı diğer “Mustafa Diana” veya “Foto Diana” yaklaşık iki yıl önce yaptığımız ve birkaç kez tekrar ettiğimiz röportaj talebine, 100’üncü doğum gününün arifesinde yanıt verdi.
Son aylarda yeşil hattaki evinden ayrılarak yerleştiği, kızı Konce Özsoy’un Yenişehir’deki evinde, bir dönemin disiplinini, kendine ve karşısındakine saygıyı yansıtan gömleği ve kravatıyla karşıladı bizi.
Her zamanki güler yüzüyle, bir asırlık ömrünü, filmleri aratmayan olaylarla dolu hayatını, fotoğrafçılık tutkusunu, aşklarını, anılarını, o günleri tekrar yaşarcasına bir heyecanla anlattı.
– Çocuk yaşta başlayan fotoğrafçılık tutkusu
Mustafa Diana, kimi belgelere göre 20 Ağustos , kimi belgelere göreyse 28 Ağustos 1922’de Lefkoşa’daki Rüstem Kitabevi’nin yanındaki evde dünyaya geldiğini anlatıyor. Ama o doğum gününü 20 Ağustos’ta kutlamayı seçmiş. Polis çavuşu olan babası Mehmet Salih, kefil olduğu bir arkadaşı borcunu ödemeyince, doğduğu evi kaybedip babasının köyü olan Arpalık’a dönmüşler.
Çocukluğu köyde geçen Mustafa Diana daha sonra Lefkoşa’ya dönüşlerini ve fotoğrafçılığa ilk adım atışını şöyle aktarıyor:
“Daha sonra yeniden Lefkoşa’ya döndük. O dönemin ünlü fotoğrafçısı Fevzi Akarsu, eniştemdi. Kıbrıslı Türkler’in en birinci fotoğrafçısıydı o dönem. Benim abilerim baba mesleğini seçti ve polis yazıldı. Babam beni de polis yazdırmak istedi ama ben kabul etmedim, ‘Ben fotoğrafçı olacağım’ dedim. Onun yanına gidip gelirken alışmaya başlamıştım. ‘Tamam’ deyip beni yanına aldı. Ve öylece 14-15 yaşında fotoğrafçılığa başlamış oldum.”
– Hayatının dönüm noktası: Diana Samuel ve İsrail günleri…
Mustafa Diana’nın hayatının dönüm noktası, daha sonra soyadı olarak aldığı ve fotoğraf stüdyosu ile Çatalköy’deki sahil işletmesine de adını verdiği “Diana” ile tanışması oldu.
Film gibi hayatının şüphesiz en ilginç sahnelerinden biri de buydu.
“Fotoğrafçılıkta rötuş denilen bir teknik vardı o dönem. Allah rahmet eylesin Fevzi Bey o işi bana öğretti. Negatifte rötuş kalemi ile oynamalar yapar, kırışıklıkları falan giderir, süsler, kapatırdım. Bu işi öğrenince bazı diğer fotoğrafçılarla da çalışmaya başladım. Aralarında Ermeni fotoğrafçılar da vardı. Ledra caddesinde Vahan Avedissian adlı Ermeni fotoğrafçının rötuş işleri de bendeydi. Para kazanmayı öğrenmeye başlamıştım. 16 yaşındayken bir gün bir kadın beni Vahan Avedissian’ın dükkanında gördü ve ‘Kimdir bu çocuk? Bana verirler mi acaba? diye sordu.’ Vahan Avedissian da ‘Git babasına sor’ dedi. Kadın bana dönüp, ‘Sana haftada 1 lira vereceğim, benimle İsrail’e gelir misin?’ dedi. Ben de kabul ettim. Haftada 1 lira 16 yaşındaki bir çocuk için büyük paraydı. Polis çavuşu babamın maaşı da o kadardı. Ama öğrendik ki 16 yaşından küçüklere pasaport vermiyorlar. Gidip bizim ihtiyara sordu, tabii babam izin vermedi, kim çocuğunu başkasına verir ki? Dolayısıyla gidemedim.”
Ama kadın da, kader de ısrarlı, Mustafa Diana ise sabırlıydı. Türkiye’de yetişen, Türkçe konuşabilen, daha sonra evlenip Almanya’ya yerleşen Diana Samuel, arada Kıbrıs’a gelip gitmeye, Mustafa ile bağını sürdürmeye devam etti. Diana’yı Kıbrıs’a ve Mustafa’ya çeken sebebin ardında, başka bir dramatik hikaye vardı. Diana, Almanya’da Nazilerin Yahudilere yönelik saldırılarında üç oğlunu kaybetmişti ve Mustafa onlardan birine çok ama çok benziyordu. Diana, Mustafa’yı yanına alarak, evlat edinerek, kaybettiği oğullarının acısını bir nebze olsun dindireceğini düşünüyordu. Mustafa 18 yaşına geldiğinde, İsrail’e gidişi için artık bir engel kalmamıştı.
“Diana Türkiye’de yetiştiği için Türkleri seven biriydi. Ben 18 yaşına gelene dek mütemadiyen gidip-geldi. Ben de 18 yaşında olunca pasaportu çıkarıp, bizim ihtiyardan gizli onunla İsrail’e gittim. İsrail’e gidince bana öldürülen oğullarının fotoğrafını gösterdi, biri bana çok benziyordu. Çok zengin bir kadındı ve beni evlatlığa aldı. ‘Benim evladımsın’ dedi. Dört sene İsrail’de kaldım. Ben de ona ‘Anne’ demeye başladım.”
Mustafa Diana, dört yıllık İsrail hayatında mesleki olarak kendini geliştirme şansı buldu. Fotoğraf teknolojisindeki yeni gelişmeleri, yeni ürünleri, yeni teknikleri erken dönemde öğrenme ve bol bol pratik yapma şansı yakaladı.
“Diana’nın güzellik stüdyosu ve fotoğraf stüdyosu vardı. Kadınlar güzellik stüdyosunda güzelleşirler, sonra fotoğraf stüdyosuna gelip fotoğraf çektirirlerdi. Fotoğrafları ben çekerdim. Hem Kudüs hem de Tel Aviv’de stüdyo vardı. Ben Mescid-i Aksa’nın oralarda dört yıl kaldım. Bana orada her şeyi öğrettiler, fotoğrafçılığımı geliştirdim.”
-Kıbrıs’a dönüş
Mustafa, Diana Samuel’e ‘Anne’ diyordu ama elbette Kıbrıs’taki anne ev babasını da özlüyordu. İsrail’e gittikten dört yıl sonra Kıbrıs’a dönüp onları görmek, sonra yeniden İsrail’e dönmek amacıyla Ada’nın yolunu tuttu. Mustafa Diana, planladığı gibi Kıbrıs’a geldi, ama yeniden İsrail’e dönemedi.
“O dönemlerde Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında gerginlik başlamıştı. Buradakiler bana ihtiyaç olduğunu söyleyerek, gitmemi istemediler. Beni bırakmadılar. Sonra TMT’ye de girdim. Ben gidemeyince İsrail’deki anneliğim ve babalığım, beni görmek için buraya gelip gitmeye başladılar. Onları buraya getiriyordum. Hatta buradan ev aldılar. Maddi durumları oldukça iyiydi. Ben de burada bazı ev ve araziler alarak yatırımlar yaptım. Hatta Paşa Otel’in yerinde un fabrikası vardı. Onun sahibi Severis ile rekabet halindeydik. O Türklerden mal alırdı, ben de Rumlardan. Girne Limanı’ndaki bazı yerleri ve Çatalköy’de bugün ‘Diana Beach’ olan yeri Rumlardan satın aldım. Çatalköylüler o zaman züğürttü. Daha sonra gerginlik artınca Türkler Rumlara, Rumlar Türklere mal satmamaya başladı.”
– Fotoğrafçılık tutkusu ve Foto Diana
Mustafa Diana, Kıbıs’a döndükten sonra İsrail’de öğrendklerini ve edindiği tecrübeyi de kullanarak yeni bir fotoğraf stüdyosu açtı. Stüdyo için seçtiği isim “Anneliği” olarak nitelediği Diana Samuel’in adıydı; “Foto Diana.” Mustafa Mehmet Salih Okay, ilerleyen yıllarda bu isimle özdeşleşecek ve “Mustafa Diana” olarak anılacaktı. Çatalköy’de aldığı plaja da onun ismini koydu; “Diana Beach.”
Fotoğrafçılık sektöründeki yeni teknikleri ve ürünleri kullanan Mustafa Diana, tutkusunu ve yeteneğini birleştirince, Kıbrıs’ta sadece Türkler arasında değil, Rumlar, Ermeniler ve İngilizler arasında da nam saldı, büyük bir popülarite kazandı. Talep o kadar fazlaydı ki adanın farklı noktalarında fotoğraf stüdyoları açtı. O yıllarda 1940’lı yılların ortalarında ada çapında düzenlenen bir fotoğraf yarışmasında kazandığı birinciliği ise aradan geçen onca yıla rağmen, detaylı şekilde hatırlıyor ve anlatıyor. Biricilik belgesini büyük bir onurla gösteriyor.
“Bir fotoğrafçılık sergisi açıldı ve yarışma yapıldı. Orada Türkleri ben temsil ettim ve birinci geldim. O dönemin Lefkfoşa Belediye Başkanı Themistoklis Dervis’in verdiği birincilik belgesi hala bende duruyor. Tüm gazetlerde çıkmıştı haber. Güzel bir başarıydı. Bu sergi ve yarışma için farklı tarzlarda fotoğraflar çektim. Stüdyo ve manzara fotoğrafları. Bu içten gelen bir tutkudur. Bu yarışma benim için önemliydi. Yeni bir fotoğraf makinesi aldım ve fotoğraflar çekmeye başladım. O devirde araba-maraba yok. Yeşilırmak’tan bisikletle Poli’ye gidiyordum Afrodit Hamamları’nı çekmek için. Kış günüydü ve çok soğuktu. Sabah erken vakitte yola çıkmıştım. Yolda giderken sağ taraf deniz, yol kenarındaki bir ağaçta da dallarda don olduğunu gördüm. Güneş vurunca don tutan yer parlamıştı. Hemen durdum ve 36’lık filmin tümünü onu çekmek için harcadım farklı farklı karelerle. Sergide tüm fotoğraflarım beğenildi ama en çok da o fotoğrafım beğenildi. Yarışmaya Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, İngilizler vs de katılmıştı. Ama birinciliği ben aldım. Kimse çıkamadı karşıma.”
– Sadece Dr. Küçük ve Denktaş değil, Makarios da onu istiyordu
“Foto Diana”, Ledra’da, İngiliz üslerinde, havaalanında ve Trodos’ta stüdyoları olan büyük bir işletme haline gelmişti. Yanında çok sayıda Türk ve Rum çalışıyordu. Evlenecek olanlar, düğün fotoğrafı çektirecekler, çocuklarıyla anı fotoğrafı çektirmek isteyenler, portre fotoğrafı çektirmek isteyen, genç kızlar, erkekler, adadaki yabancılar, tümü Mustafa Diana’nın kapısını çalıyordu.
“Doktor Küçük beni çağırırdı ‘Gel Mustafa fotoğrafımı çek’ diye. Denktaş Bey’in de hem fotoğraflarını çektim hem de fotoğrafçılık merakı vardı, ona nasıl fotoğraf çekeceğini öğrettim. Önce ona bir fotoğraf makinesi tavsiye ettim, sonra gelirdi çektiği fotoğrafları beraber temizlerdik. Denktaş ve Doktor Küçük ile birlikte çok vakit geçirdik. Rahmetli Ecevit geldi, Ecevit ile de tanıştırdı beni Denktaş Bey.
Makarios’un Rum bir fotoğrafçısı vardı ama beni de çağırırdı fotoğraflarını çekmem için. Benim fotoğraflarımı çok beğenirdi. Çok fotoğrafını çektim. Bugün hala Rum devlet dairelerinde asılı fotoğraflarının çoğu bana aittir. Adımı koymadım yalnız. ‘İsmini koymayacan’ dedi.”
Toplumlararası çatışmalar başladığında, Foto Diana’da bundan nasbini alır. Rumlar dükkanlarını yaklarlar. Hatta bir dükkanına atılan bombadan, bodrum katına inerek son anda kurtulur… Artık hayatında yeni bir dönem başlayacak, fotoğrafçılık işine Türk tarafında devam edecektir.
Kıbrıs’ta ilk renkli fotoğrafçılığı başlatan isim olduğunu aktaran Mustafa Diana, o dönemde Türkiye’de henüz renkli fotoğraf işinin başlamadığını, Türkiye’den kendisine gönderilen filmleri renkli bastırarak geri Türkiye’ye gönderdiğini de aktarıyor. Renkli fotoğraf teknolojisini de ‘Anneliğinin’ bağlantılarıyla gittiği Almanya’da öğrendiğini kaydediyor.
-Yeşil Hattı değiştiren adam
Mustafa Diana’nın “’Film gibi hayatı”nın bir diğer önemli bölümü de Yeşil Hat ile ilgili. Zira Yeşil Hat çizilirken, bölgede yaşayan Türkler ve Rumların evleri de dikkate alındı. Denktaş’ın da önerisiyle, bugün ara bölgede, Ledra Palace sınır noktasını geçince sağda kalan, bir Ermeni’ye ait olan evi satın aldı ve bu sayede Kıbrıs Türk tarafına birkaç yüz metre daha kazandırmış oldu. Mustafa Diana, 1974 Barış Harekatı’ndan sonra da çok uzun yıllar bu evde yaşamaya devam etti. Kıbrıs’ta ara bölgede yaşayan ender sivillerden biri oldu.
“Denktaş Bey bana ‘Mustafa o evi al ve Birleşmiş Milletler ısrar etse de çıkma’ dedi. O şekilde o evi satın aldım. Dükkanı da hususi olarak tuttum. Birleşmiş Milletler gerçekten de çok ısrar etti benim oradan çıkmam için ama dedim ‘yok’. Ve mecbur kaldı Birleşmiş Milletler askerleri geri çekildi.”
-Aşkı ve eşi Melek Hanım
Mustafa Diana için çektiği en özel fotoğraflardan biri de eşi Melek Hnaım’ın fotoğrafı. Melek Hanım’ı çektiği ilk fotoğraf, hala başucunda. ‘Ben ona, o da bana aşık oldu’ diyerek anlattığı Melek Hanım’ı tekrar görebilmek için uzun süre fotoğrafını teslim etmemiş. ‘Daha bitmedi’ diyerek birkaç kez daha görebilmek için fırsat yaratmış. Mustafa Diana’nın bu çabası boşa çıkmamış ve Melek Hanım’la 1952 yılında evlenmiş.
– Fotoğrafçılık tutku ve merak işidir
Fotoğrafçılık işini büyük bir tutkuyla yaptığını ve son ana kadar da devam ettiğini anlatan Mustafa Diana, dünyaya bir daha gelse yine fotoğrafçı olmak istediğini söylüyor. “Şimdi bile sen karşımdasın, seni çekecek olsam nasıl hangi açıdan çekeceğime bakarım” diyor. Kendisi de günlük hayatta akıllı telefon kullanıyor ve anı olsun diye fotoğraflar çekiyor. Ama cep telefonlarının fotoğrafçılığı öldürdüğünü düşünüyor.
– Sağlıklı hayatın sırları
Mustaf Diana bugünlerde 100’üncü yaşını kutluyor. Hayatını özetlemesini istediğimde “Çok şükür, Allah’ın sevgili kuluyum” yanıtını veriyor. Ahlanması, sızlanması yok… “Çok şükür Allah’a ki fikrime, aklıma ne koyduysam onu yaptım. Aklıma koyduğum her şeyi hayata geçirdim ve başarılı oldum” diyor.
Sağlıklı hayatın sırrını ise şöyle özetliyor:
“Birincisi alkol yok ya da çok az. İkincisi fazla et, hayır. Yediklerim, mutlaka arı balı, zeytinyağı, sarmısak ve yemeklerle bol limon. Sarmısak haftada en az üç diş tavsiye ederim herkese. Limonu hem yemeğe sıkıyorum ve yüzümü her gün limonla temizliyorum, saçlarıma sürüyorum. En büyük tutklularımdan bir de doğa. Hem doğada dolaşmak hem de bağ-bahçe ile, çiçeklerle ağaçlarla uğraşmak…”
Bir dönem yaklaşık günde üç paket içtiği sigarayı ise, otopsisi yapılan sigara içen bir adamın ciğerini gördüğü gün bıraktığını ve bir daha içmediğini belirtiyor.
Eşi Melek Hanım’ı 2018 yılında kaybeden Mustafa Diana, bugün üç çocuğu Mehmet, Koncegül ve Derviş’in yanı sıra altı torunuyla birlikte mutlu bir hayat sürüyor.