Connect with us
Örnek Resim Örnek Resim

Yaşam

7 Eylül DMD kas hastalığı farkındalık günü

Duchenne Musküler Distrofi… Daha çok erkek çocuklarda görülen genetik bir hastalık. 3 bin 500 kişide bir görülen bu hastalığın kesin tedavisi yok ve ‘Nadir Hastalıklar’ kategorisinde yer alıyor. 7 Eylül DMD hastalığı için dünyada farkındalık g

Published

on

DMD (Duchenne Musküler Distrofi) her ne kadar nadir hastalıklar kategorisinde yer alsa da aslında hastaların aileleri de düşünüldüğünde etkilediği kişi sayısı oldukça fazla.

Çocuklarda 2 ila 5 yaşları arasında bulgu veren, ilerleyici kas yıkımı ve zayıflığına neden olan hastalıkla ilgili farkındalığı artırmak için biz de belirtilerini ve tedavi yöntemlerini Ankara Şehir Hastanesi Çocuk Nöroloji Uzmanı Dr Didem Ardıçlı’ya sorduk.

DMD (Duchenne musküler distrofi) hastalığı nedir?

DMD hastalığı, erkek çocuklarda görülen, ilerleyici kas yıkımı ve güçsüzlüğe neden olan nadir ve genetik bir kas hastalığıdır. İlk defa 1868’de Dr. Duchenne tarafından tanımlanmıştır. X kromozomunda yer alan distrofin genindeki mutasyonlar sonucunda distrofin proteininin üretilememesi hastalığa neden olmaktadır. Distrofin, kasların bütünlüğü için gerekli olan temel bir proteindir ve bu proteinin yokluğunda kas hücrelerinin dayanıklılığı azalır, kaslar giderek zayıflar ve zaman içerisinde kas dokusunun yerini yağ dokusu alır.

DMD hastalığının görülme sıklığı nedir? Ülkemizde kaç DMD hastası olduğu düşünülüyor? Karşılaşma riski nedir?

DMD hastalığı çocukluk çağının en sık kas hastalığı olup, dünyadaki görülme sıklığı yaklaşık 3500-4000 erkek çocukta bir olarak bildirilmektedir. Ülkemizdeki DMD hastalığının sıklığı ile ilgili olarak net bir veri bulunmamakla birlikte, 3500-4000 civarında hasta olduğu tahmin edilmektedir. X kromozomuna bağlı genetik geçiş nedeniyle DMD hastalığı sadece erkek çocuklarda görülür, kız çocuklar ise taşıyıcı olabilirler (nadir de olsa DMD hastalığının belirtilerini gösteren kız çocukları tanımlanmıştır). DMD’li erkek çocukların anneleri hastalık için taşıyıcı olabilir veya olmayabilir. Aile öyküsünde aynı hastalığa sahip erkek bireyler (erkek kardeş, dayı, kuzen gibi) bulunabilir. Kendiliğinden oluşan (spontan) mutasyonlarda ailede DMD hastalığı öyküsü olmadan da ilk kez bir çocukta hastalık ortaya çıkabilir ve böyle durumlarda anne taşıyıcı değildir.

Hastalığın belirtileri nelerdir? Bu hastalığı taşıyan bireylerde ne tür sağlık sorunları yaşanıyor?

DMD hastalığının ilk belirtileri arasında genellikle 2 ila 5 yaşlar arasında ortaya çıkar. Klinik belirtiler arasında yürümede gecikme, çabuk yorulma, merdiven çıkma ve koşma gibi aktivitelerde zorlanma ve yaşıtlarından geride kalma, sık düşme ve parmak ucuna basarak yürüme sayılabilir. Bazı çocuklarda konuşma gecikmesi, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, öğrenme güçlüğü, otizm veya davranış sorunları da görülebilir. Kas güçsüzlüğünün ilerlemesi ile birlikte 10 yaş civarında yürüme yetisinin kaybı ve tekerlekli sandalye bağımlılığı ortaya çıkar. Zaman içerisinde kol kasları da giderek zayıflar ve çocuklar kollarını kullanmakta da zorlanırlar. İlerleyen dönemde eklem deformiteleri, omurgada eğilme (skolyoz) gibi ortopedik sorunlar, beslenme ve yutma problemleri, endokrin bozukluklar (obezite, kemik erimesi gibi), uyku bozuklukları bu hastalarda sıklıkla ortaya çıkar. Solunum ve kalp kaslarının etkilenmesine bağlı sık akciğer enfeksiyonu ve kalp yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlar nedeniyle hastalar 20-30 yaş civarında kaybedilirler.

DMD hastalığının tanısı nasıl konulur?

Ayrıntılı öykü, klinik belirtiler ve fizik muayene bulguları ile birlikte kan biyokimya testlerinde kreatin kinaz (CK) enzimi yüksekliğinin saptanması tanı için şüphe uyandırır. Genetik incelemeler ile kesin tanı konulur. Hastalık belirtileri henüz ortaya çıkmadan tesadüfen alınan kanlarda karaciğer testleri ve CK yüksekliği saptanarak yenidoğan veya bebeklik döneminde tanı konulan vakaların sayısı artmaktadır. Kas biyopsisi incelemesi ile distrofin eksikliğinin gösterilmesi eskiden daha sık kullanılan bir tanı yöntemiydi. Günümüzde genetik testlerin yaygın ve ulaşılabilir olması, hastalar için daha az girişim gerektirmesi bakımından tanıda ilk tercih edilen ve en sık kullanılan yöntem haline gelmiştir.

Hastalığın kesin bir tedavisi var mı? Güncel tedavi yaklaşımları nelerdir?

DMD hastalığı için henüz kesin bir tedavi bulunmamaktadır. Düzenli fizyoterapi uygulamaları ve düşük doz kortikosteroid tedavisi ile yürüme yeteneğinin daha uzun süre korunduğu (ortalama 2-3 yıl daha fazla), omurga eğriliği gibi komplikasyonların daha az görüldüğü, yaşam kalitesinin arttığı birçok çalışmada gösterilmiştir ve standart olarak önerilmektedir. DMD’li çocuklarda obezitenin önlenmesi için yüksek kalorili gıdalar ve yoğun şeker tüketiminden kaçınılmalı, yeterli miktarda protein ve kalsiyum içeren dengeli bir diyet uygulanmalıdır. Yüzme, yürüyüş, bisiklete binme gibi fiziksel aktiviteler faydalıdır. Hastalar kalp ve solunum fonksiyonları, kemik erimesi açısından düzenli olarak takip edilmelidir. Son yıllarda DMD hastalığının tedavisinde ümit verici gelişmeler olmuştur. Genetik mutasyona özgü tedaviler (ekzon atlama, “dur” kodonunu okuyucu tedaviler), kas yıkımını azaltıcı ilaçlar, gen terapileri gibi çeşitli tedavileri içeren ve bazılarında ülkemizin de dahil olduğu pek çok uluslararası klinik araştırma devam etmektedir.

Erken dönemde tedaviye başlanması yaşam süresini de artırıyor. Eskiden çok genç yaşta çoğu hasta hayatını kaybederken, ülkemizde ve dünyada tedavi olanaklarının artmasıyla hastalar artık üniversiteye gidiyor, evlenip sosyal hayata da karışabiliyorlar.

Erken tanı ve tedavinin bu hastalık açısından önemi nedir? Aileler için erken tanıya yönelik farkındalık nasıl oluşturulabilir?

Erkek çocuklar için halk arasında genel bir inanış vardır geç yürür diye. Bu hastalarda bu nedenle bazen tanı geciktirebilir.Erken tanı ve tedavi; hastalığın seyrinin yavaşlatılması, genetik mutasyona özgü tedavi seçeneklerinin sunulabilmesi, ortaya çıkabilecek komplikasyonların uygun şekilde yönetimi, yaşam kalitesinin artırılması ve ailelere genetik danışma sağlanması bakımından çok önemlidir. Aileler, çocuklarında yürüme gecikmesi veya konuşmada gecikme gibi gelişim geriliği varsa (örneğin 18 aylık bir çocuk hala yürüyemiyorsa), fiziksel aktiviteleri gerçekleştirirken yaşıtlarına göre geride kalma, çabuk yorulma, merdiven çıkma ve yerden kalkmada zorlanma, sık düşme gibi belirtiler varsa mutlaka konu ile ilgili bir uzman hekime başvurmalıdır. Ayrıca kan testlerinde kreatin kinaz (CK) değeri ve karaciğer enzimleri (AST ve ALT) yüksekliği varsa araştırılması gerekir.

Konuşma gecikmesi olan çocuklarda da yine akla gelmesi lazım. Bunlara dikkat etmeli aileler ve herhangi bir nedenle alınan örneğin, mesela diyelim ki yenidoğan döneminde sünnet olunacak, kan alındı ve kanda kas enzimi yüksek çıktı. Böyle durumlarda daha erken tanı konulabiliyor.

Gebelik döneminde tanı konulabilir mi?

Gebelik döneminde DMD hastalığına yönelik yapılan rutin bir tarama testi bulunmamaktadır. Ancak daha önceden ailede DMD hastalığı tanısı olan ve genetik mutasyonu bilinen bir birey varsa gebeliğin erken dönemlerinde bazı testler yapılarak fetüste aynı hastalığın olup olmadığı tespit edilebilir ve aileye genetik danışma sağlanabilir.

DMD ile yeni tanışan, mücadele eden ve edecek olan bireylere ve ailelerine ne öneriyorsunuz?

Ailelerin bu zorlu dönemde yalnız olmadıklarını bilmeleri ve gelecekten umutlu olmaları önemli. Çocukların günlük yaşantılarına devam edebilmesi için gerekli destekler sağlanmalı, ilaç tedavileri, fizyoterapi programları, düzenli doktor kontrolleri, okul, arkadaşlar, aile ortamı ve sosyal çevre birbirini tamamlayacak şekilde olmalıdır. DMD için ülkemizde kurulmuş olan aile dernekleri ve diğer DMD tanılı aileler ile iletişim halinde olmaları, aile bireylerine psikososyal desteğin sağlanması bu zorlu sürecin daha kolay yönetilebilmesine yardımcı olacaktır. Hastalığın ilerleme döneminde çocukların bağımsızlığını artırmaya yönelik her tür uygulama çok yararlı olacaktır. Çocuğun hareketini kısıtlayan faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır (örneğin evde kilim, eşik, sivri uçlu eşyaların kaldırılması, okulda sınıfın giriş katta olması veya asansör bulunması gibi). Çocukların yürümeyi bıraktıktan sonra en önemli hareket aracı ise tekerlekli sandalye olmaktadır. Tekerlekli sandalyenin çocuğun vücut ölçülerine uygun ve mümkünse akülü olması tercih edilmelidir.

DMD hastalığı için bir farkındalık günü olması neden önemlidir?

İlki 7 Eylül 2014’te başlatılan DMD hastalığına karşı farkındalık gününün olması bireylerin toplum tarafından görünürlüğünün arttırılması, nadir görülen bu hastalık için erken tanı ile standart bakım ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, yaşam kalitesinin artırılması, klinik araştırmalar ve tedavi seçeneklerine erişiminin sağlanması, toplumsal desteğin sağlanması için çok önemlidir. 

7 Eylül DMD kas hastalığı farkındalık günü

7 Eylül DMD kas hastalığı farkındalık günü

TRT

Devamını Oku
Yorum Yapabilirsiniz

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yaşam

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Dikkat edilmediği takdirde güneş ışınlarının cilde pek çok zararı bulunuyor. Bunun için ışınların dik açıyla düştüğü saat diliminde güneşten kaçınmak, koruyucu krem kullanmak, uygun kıyafet tercihi ve gözlük takmak gibi tedbirler hayli önemli.

Published

on

By

Yaz geldi. Güneş tüm yakıcılığıyla ışıldıyor. Dünya’nın ışık ve ısı kaynağı güneş, aynı zamanda kimi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Öyle ki iş cilt kanserine kadar varabiliyor. Bu olumsuz etkilerden uzak durmak için çeşitli önlemler almak gerekiyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlkin Zindancı, güneşten korunmak için izlenmesi gereken yolları TRT Haber’e anlattı.

Ciltte güneşe karşı blokaj oluşturulmalı

Güneşe karşı her insanın duyarlılığı farklı. “Herkes güneşten aynı derecede etkilenmez” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini, “Özellikle çocuklar ve yaşlılar, açık ten-göz-saç rengine sahip kişiler güneşe her zaman daha duyarlıdır. Esmer tenli birine göre bu grup her zaman daha fazla etkileniyor. Daha fazla korunmaları gerekiyor” şeklinde sürdürüyor.

Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için ilk kural Prof. Dr. Zindancı’ya göre şu: “Etkili olduğu saatte güneşten kaçınmak çok önemli. Bu da güneşin dik açılarla geldiği 11.00-15.00 saatleri arası. Bunu özelikle belirtmek lazım. Bu saatlerden kaçınacağız.”

Prof. Dr. Zindancı’nın dikkat çektiği bir diğer ayrıntı ise blokaj:

“Blokajı öncelikle kıyafetlerle oluşturabilirsiniz. Öncelikle güneşe karşı hassas olan kişilerde bunu muhakkak belirtmek lazım. Giysiler çok kalın olmayan, ışığı yansıtacak tarzda açık renkli, gevşek uzun kollu olabilir. Şapka, gözlük hatta şu aralar maske bile güneşten koruyor.”

Güneş koruyucu krem kullanmak şart

Bir diğer korunma yöntemi ise dermatoloji uzmanlarının önemle üzerinde durduğu koruyucu kremler… Koruyucu ürünler fiziksel ve kimyasal olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Prof. Dr. Zindancı bu ayrımın ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor:

“Fiziksel koruyucular içlerinde kimyasal maddeyi en az barındıran, daha çok bariyer oluşturan ürünler. Özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamilelerde bunun kullanılmasını tercih ediyoruz. Diğer ürünler ise kimyasal diye geçiyor ama yine bunlar da pek çok testten geçen ürünler. Yine zararlı olmayan maddelerden elde ediliyor.”

30 faktör ve üstü koruyucu krem önerisi

Güneş koruyucularını satın alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gereken birtakım detaylar var. Koruyucu ürünlerin hem ultraviyole A hem de ultraviyole B’ye karşı etkili olması gerekiyor. Bir diğer detayı ise Prof. Dr. Zindancı şöyle anlatıyor:

“SPF (sun protectin factor) 30 faktör ve üzeri olmalı. Burada marka önemli değil. Testleri yapılmış, bilindik ve geçerliliği kabul edilmiş markalardan alınmalı. Yine bunun cilt tipine uygun olmasını öneriyoruz. Akneli ciltler için çok yağlı olmayan ürünler, kuru ciltler için de nemlendirici içerikleri olduğu belirtilenler… Bir de tabii ürünün raf ömrü önemli. Açık olmayan iki-üç yıllık raf ömrü olan ürünler tercih edilmeli. Açık ürünlerin ise bir yıl daha kullanılacağı kabul edilir. Uygun şartlarda saklandıysa rengi, kokusu, akışkanlığı ve kıvamı değişmediyse bu güneş koruyucuların kullanılması söz konusu olabilir.”

Bronzlaşmaktan kaçınmak gerek

Yaz aylarında sıkça kullanılan ürünlerden biri de bronzlaştırıcılar. Ancak bronzlaşmak ve bunun için bazı ürünler kullanmak dermatoloji uzmanları tarafından kesinlikle önerilmiyor. Prof. Dr. Zindancı, “Zaten güneşin zararlı etkilerinden kaçmaya çalışıyoruz. Mümkünse bronzlaşmaktan kaçının. ‘O zaman D vitamini nasıl alacağız?’ diyorlar. Güneş koruyucular zaten öyle yüzde yüz korumuyor. Koruyucuya rağmen bizim maruz kaldığımız güneş, bir miktar D vitamini sentezine izin veriyor. Biz bir de bunu kol iç yüzü gibi daha nadir güneş gören yerlerden günlük 10-15 dakika güneşte kalarak alabiliyoruz” diyor.

Güneşin etkilerinden bazı bölgeleri özellikle korumamız gerekiyor. Yüz, göğüs, kulak kepçeleri, el sırtı ve erkeklerde dökülen saçların olduğu bölgeler gibi… Çünkü bu bölgeler aynı zamanda cilt kanserlerinin de en fazla görüldüğü yerler.

Güneş yanıklarına karşı ne yapılmalı?

Güneş yanıklarına ve lekelerine karşı yapılması gerekenler de önemli. Doç. Dr. Zindancı’nın bu noktadaki önerileri ise şöyle:

“Güneş yanığı sonuçta medikal acil bir durum. O bölgede bir reaksiyon oluşuyor. Biraz normalin üzerinde güneş, o bölgede bazı süreçleri başlatıyor. Bu gibi durumda kişinin yapması gereken hemen o bölgeyi biraz serinletme, suya tutma, üzerine nemlendirici bir şeyler sürme olabilir. Diş macunu ve şampuan gibi şeyler sürülmemeli, varsa ağrı kesici alınabilir. Onun haricinde basit yara kremleri kullanılabilir. Ama yanıt alınamıyorsa medikal tedavi öneriyoruz.”

Güneş lekeleri uzun sürede oluşuyor

Günümüzde çok sayıda insanın muzdarip olduğu bir başka konu ise güneş lekeleri… Ancak güneş lekeleri daha farklı gelişiyor. Öncelikle güneş yanığı hemen gelişirken lekeler tam tersi uzun süre güneşten korunmayan insanlarda meydana geliyor. “Bu lekeler güneşin uzun yıllar içinde biriktirici etkisine bağlıdır. Biriktirici etki süresi uzadıkça leke oluşuyor. Lekeler güneş hasarı bulgusudur” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Bu biraz cilt tipiyle de alakalı. Herkeste güneş lekesi olmaz. Esmer tene doğru gittikçe leke kolaylaşır. Lekelerde sigaranın ve hormonların da etkisi var. Ama bu lekelerin oluştuğu alanlar, kronik hasarın ve kanser riskinin en fazla arttığı alanlardır.”  

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk hekimlerinin tedavi yöntemi dünya tıp literatürüne girdi

Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ve ekibi, hastasını, ilaç tedavisinin yeterli gelmediği zorlu bir kalp ritim bozukluğundan dünya tıp literatürüne giren yöntemle kurtardı. Hastanın kalp fonk

Published

on

By

Kalbinde 10 yıldır ritim bozukluğu (aritmi) bulunan 41 yaşındaki Ercüment Taşkıran, hastalığının neden olduğu çabuk yorulma, aşırı terleme, bunalma, bayılma ve kalp yetmezliği gibi sorunlarla hayatını sürdürmeye çalışıyordu.

Tedavisinde kullanılan ilaçların fayda etmediği Taşkıran, bir gün evinde bayılması üzerine Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Tetkikler sonucunda Taşkıran’a, kalbin kulakçıklarından kaynaklanan, ölümcül olmayan ancak devamlılığı halinde kalp yetmezliğine kadar varabilen kötü sonuçlarla seyreden “atriyal taşikardi” teşhisi konuldu.

Tedavi, dünya tıp literatürüne kazandırıldı

Doç. Dr. Uslu ve ekibi, hastaları Taşkıran’ın tedavisinde, ritim bozukluğuna yol açan sorunlu bölgenin tamamen ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve aritmilerde sıklıkla kullanılan “ablasyon” yöntemini uygulamaya karar verdi.

Ercüment Taşkıran’a uygulanan ablasyon tedavisini diğerlerinden ayıran ise 3 boyutlu haritalamanın yanı sıra “sıcak” ve “soğuk” ablasyon yöntemlerinin bir arada kullanılması ve tüm elektrofizyoloji prosedürlerinin basamaklar halinde uygulanması oldu.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ile ekibinin Taşkıran’ın kalbinin normal ritmine kavuşmasını sağlayan cerrahi yönetimi anlattıkları “Çoklu elektrofizyolojik prosedürler gerektiren zor bir atriyal taşikardi vakasının cerrahi tedavisi” başlıklı makaleleri, uluslararası hakemli dergi Journal of Electrocardiology’de yayımlanarak dünya tıp literatürüne kazandırıldı.

“Bunlar genelde nadir karşılaştığımız vakalar”

Ameliyat süreci ve tedavi planlamasına ilişkin bilgi veren Uslu, hastalarının kendilerine başvurmadan önce farklı merkezlerde ilaç tedavisi gördüğünü, kalbindeki ritim sorunlarının tespiti ve yakılmasıyla ilgili bir işlem ve göğüs ağrıları nedeniyle koroner anjiyografi geçirdiğini anlattı.

Hasta 6 ay önce kendilerine geldiğinde problemin ritimle alakalı olduğunu düşünerek işlemleri buna göre planladıklarını aktaran Uslu, tetkiklerde, kalbin sağ üst kulakçık bölgesinden kaynaklanan bir çarpıntı saptadıklarını ve hastaya “atriyal taşikardi” teşhisi koyduklarını dile getirdi.

Bu bölgenin ancak 3 boyutlu haritalamayla netleştirilebileceğini tespit ettiklerini belirten Uslu, “Bunlar nadir karşılaştığımız vakalar. Bu tip çarpıntılarda -kompleks aritmi olarak düşünüp- hem üç boyutlu haritalamayı hem de konvansiyonel yöntemleri kullanarak işlem planlıyoruz. Bu hastamızda da kalp pilinden tutun ölüme kadar riskler taşıyabilen bir rahatsızlıkla karşı karşıyaydık” dedi.

Doç. Dr. Uslu, ilk olarak, elektrofizyolojik çalışmayla çarpıntının anormal mi yoksa kalbin kendisinden kaynaklanan sinüzal taşikardi mi olduğunu ayırt etmek için kalbin içine kateter yerleştirdiklerini anlattı. Neticede bunun anormal bir çarpıntı olduğunu belirlediklerini kaydeden Uslu, daha sonra, anormal ritmin çıktığı bölgeyi bulmak için 3 boyutlu haritalamayla kompleks bir şekilde tam odağı tespit ettiklerini söyledi. Uslu, “radyofrekans ablasyon” adlı işlemle odağı ortadan kaldırmaya çalıştıklarını belirtti.

Cerrahi ve aritmi ortak çalışarak hastanın ritmini düzeltti

Yaptıkları ilk girişimin başarısız sonuçlandığını belirten Uslu, hemen ardından kalbin kulakçık bölgesinden çıkan ve “apendiks” denen bölgeyi dondurarak, ablasyon yöntemiyle kalbi kendi dokusundan tamamen izole etmeyi planladıklarını dile getirdi.

Uslu, aynı seansta ikinci işlem olarak, genel anestezi altında batın üst kısmından iğneyle “epikard” denilen kalbin dış kısmını 3 boyutlu haritaladıklarını söyledi. Çarpıntının dış yüzeyden kaynaklandığını daha önceden bildikleri için bu bölgeyi haritaladıklarına değinen Uslu, ablasyon ile sinüs ritmi denilen normal ritmi elde edemediklerine işaret etti.

Bunun üzerine üçüncü aşamaya geçtiklerinden bahseden Uslu, “Bu tip hastalarda yapılması gereken, kalbin bu bölgesinin cerrahiyle ortadan kaldırılmasıdır. Cerrahi ve aritmiyle ortak çalışmamızla bu bölgenin eksizyonu ile hastada normal ritmi elde ettik” bilgisini verdi.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu, 2 saat süren ameliyatın ardından Ercüment Taşkıran’ın sağlığına kavuştuğunu aktararak, “İşlem bittikten sonra hastamızın ritmi tamamen normaldi. Sonrasında hiçbir aritmi yaşamadık. Öncesinde hastamızda aritmiye bağlı kalp yetmezliği gelişmişti. Ritmin normale dönmesinden sonra tamamen kalp fonksiyonlarının da normale döndüğünü gördük. Hastamız gayet mutlu. Şu an takiplerimize devam ediyoruz” diye konuştu.

“Kompleks aritmilerde ekip çalışması önemli”

“Kompleks aritmi” denilen bu tip aritmilerin tedavisi için ciddi bir ekip çalışması gerektiğine işaret eden Uslu, “Hastanemizde yaptığımız ekip çalışmalarıyla bu şekilde başarılı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Bu açıdan Koşuyolu Hastanesi aritmi ekibi olarak ciddi anlamda hem efor sarf ediyor hem de bu tip mutlulukları yaşayabiliyoruz. Bu şekilde çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Doç. Dr. Uslu, vakanın dünyada tıp literatürüne girdiğini de vurgulayarak, “Avrupa’nın prestijli bir elektrofizyoloji dergisinde bu vakamız yayımlandı. Dünyada uygulanan nadir taşikardi operasyon türlerinden birisi. Daha önceden ülkemizde bir kere yapılmış bir işlem. Dünyada da bizim yaptığımızın dışında bir örneği vardı. Bizimki de üçüncü olarak literatüre girdi.” diye konuştu.

“Kalbimin yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde”

Ercüment Taşkıran, kalbindeki ritim bozukluğu nedeniyle yolculuk esnasında terleme, aşırı bunalma hissi ve gece uyuyamama gibi yaşamını ciddi derecede etkileyen sıkıntılar yaşadığını anlattı.

Rahatsızlığının ileri safhalarında kalp ritmini algılamak amacıyla kendisine holter cihazı takıldığını belirten Taşkıran, burada kalbinin birkaç saniye durduğunun da gözlendiğini dile getirdi. Taşkıran, süreç içerisinde rahatsızlığının ağırlaştığını, tetkikler sonucunda kendisine ablasyon tedavisi önerildiğini ancak korktuğu için ilaç kullanmaya devam ettiğini söyledi.

Aradan 3-4 yıl geçtikten sonra bir akşam üzeri rahatsızlandığını ve ambulansla Koşuyolu’na getirildiğini aktaran Taşkıran, “Ertesi sabah ilk operasyon yapıldı. İlk operasyondan sonra 2 aylık bir süre oldu. İki ayın sonunda, ameliyat başarısız olduğu için tekrar deneneceği söylendi. Aralık ayının son haftası operasyon gerçekleştirildi” diye konuştu.

Şu anda kendisini iyi hissettiğini belirten Taşkıran, duygularını şöyle dile getirdi:

“Ameliyattan sonra ilaç kullanmam gerekmedi. 10 yıl boyunca bu rahatsızlık sürdü ve sonuna gelindi. O yaşadığım dönemlerle bu dönem arasında ciddi bir fark var. En azından ilaç kullanma psikolojisini tamamen atlattım. Çocuğumla daha eğlenceli zamanlar geçirmeye başladım. Rahatsızlık kalbimi yoruyordu. Enerjim kalmıyordu. Sanki kalbimin yüzde 100’ü değil de yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde sürekli. Koşu yaparken, yüzerken nefesim kesiliyordu. Artık onlar geride kaldı.”

Tedavinin tıp literatürüne girmesinin kendisine güzel hissettirdiğini ifade eden Taşkıran, “Çaresi bulunamayan bazı hastalıklarda böyle tedaviler örnek oluyor. Bundan sonra belki, bana uygulanan yöntem başarılı olduğu için başkalarına da aynı yolla müdahale edilecektir. Genç olduğum için operasyonun daha risksiz geçeceğini düşünüyordum. Sigara ya da alkol kullanmadığım için sağlıklıydım. Bu da sanırım bir etken oldu” dedi.

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk Kızılay her yıl milyonlarca insanın yardımına koşuyor

Türk Kızılay, yurt içinde ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibinin yardımına koşuyor.

Published

on

By

Kurulduğu 11 Haziran 1868’den bu yana bağışçılardan aldığı destekle çalışmalarını sürdüren Türk Kızılay, dünyanın dört bir yanında insani yardım faaliyetleri yürütüyor.

Din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin tüm mazlumlara yardım eli uzatan Kızılay, 170 bini aşkın gönüllüsüyle, kan hizmetleri, uluslararası yardımlar, sosyal hizmetler, göç ve mülteci hizmetleri gibi pek çok alanda ihtiyaç sahiplerinin yaralarını sarıyor.

29 Ekim-4 Kasım Kızılay Haftası dolayısıyla derlediği bilgilere göre, Türk Kızılay, yurt içi ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibine temas ediyor.

Bu kapsamda Kızılay, Afganistan, Azerbaycan, Bangladeş, Bosna Hersek, Bulgaristan, Endonezya, Filistin, Güney Sudan, Irak, KKTC, Myanmar, Pakistan, Senegal, Somali, Sudan, Suriye, Yemen ve Kırgızistan dahil çok sayıda ülkede hizmet veriyor.

Suriye’ye 50 bin tır insani yardım malzemesi ulaştırıldı

Suriye’de savaştan zarar gören ve yerinden edilen kişilere ulaştırılmak üzere savaşın başından bu yana 50 bin tır insani yardım malzemesi sınırdan geçirildi.

Ayrıca, Suriye’de 40’tan fazla tıp merkezi, 10’a yakın yetimhane ve birçok sevgi mağazası kurularak muhtaçlara destek olundu.

Ramazanda yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı

Ramazan ayı ve Kurban Bayramı süresince de dünyanın farklı coğrafyalarındaki milyonlarca insana giyim yardımı, gıda kolileri ve kumanyalar dağıtıldı.

Ramazan ayında yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı. Kurban Bayramı süresince ise 21 ülkede kesilen kurbanlarla 3 milyondan fazla aile kurban bereketini yaşadı.

Bunun yanında, özellikle salgın sürecinde VEFA guruplarıyla birlikte görev yapan Türk Kızılay ekipleri, milyonlarca kişinin gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarını evlerine ulaştırdı.

2 milyon 258 bin 181 ünite kan hastanelere gönderildi

Türkiye’deki kan ihtiyacının neredeyse tamamını gönüllü ve sürekli bağışçılar sayesinde karşılayan Türk Kızılay, kan hizmetlerini de kan bağış merkezi ve mobil kan bağış araçlarıyla yürütüyor.

Türk Kızılayın kan bağış noktalarında, tek kullanımlık malzemelerle, hijyen ve sosyal mesafe kuralları çerçevesinde hizmet veriliyor. Dileyen bağışçılar, “www.kanver.org” adresinden randevu alarak kan bağışında bulunabiliyor.

Bu kapsamda, 2021’in başından bu yana yüzde 87,25’i erkek, yüzde 12,72’si kadınlardan oluşan 1 milyon 707 bin 176 kişi kan bağışında bulundu. Bu bağışlardan elde edilen 2 milyon 258 bin 181 ünite kan ihtiyaç sahiplerine gönderildi.

Bu yıl en çok kan bağışı 18-25 yaş arasındaki gençlerden geldi. İlk defa kan bağışlayanların sayısı ise 510 bin 3 oldu.

34 bin 794 ünite immün plazma COVID-19 hastalarına ulaştırıldı

Öte yandan, Sağlık Bakanlığının onayı ile başlatılan immün plazma tedavisi çok sayıda COVID-19 hastasına umut oldu.

Bu kapsamda, 2021’in başından beri COVID-19 geçiren ve sağlığına kavuşan kişilerden 9 bin 672 ünite immün plazma bileşeni toplandı. Bunlardan toplam 34 bin 794 ünite immün plazma bileşeni üretilerek COVID-19 tedavisi gören hastalara ulaştırıldı.

TRT

Devamını Oku

Trending

Reklam