Connect with us
Örnek Resim Örnek Resim

Dünya

Lübnan’daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

Lübnan’da 2019’daki halk ayaklanmalarının ardından derinleşen ekonomik kriz, önce finans ve bankacılık ardından sırayla ülkedeki tüm stratejik sektörleri vurdu. Bu sektörler domino taşları gibi nasıl ve neden çöktü?

Published

on

Lübnan, günlük hayatı felç eden akaryakıt, ilaç ve elektrik krizlerinin ardından şimdi içme suyu kriziyle karşı karşıya.

UNICEF’in geçen haftalarda yayımladığı rapora göre ülkede milyonlarca kişi çok yakında güvenilir içme suyuna erişimini kaybedebilir.

Peki ülkede peş peşe gelen krizler nasıl başladı ve neden önüne geçilemiyor?

Domino etkisiyle gelişen ekonomik krizin nasıl başladığına beraber bakalım…

Hükümet karşıtı halk ayaklanmaları

Ekonomideki sorunlar ve hükümetin vergi politikalarına karşı 17 Ekim 2019’da başlayan halk ayaklanmaları, dönemin Başbakanı Saad Hariri liderliğindeki hükümeti istifaya mecbur bıraktı. Ancak o tarihten sonra ülkeyi etkisini altına alan siyasi boşluk ve belirsizlik, Lübnan’ın ekonomik sorunlarını hızlı bir şekilde katladı.

Ülkede bir taraftan protestolar ve kaos artarken, yurt dışına döviz kaçırma faaliyetleri hızlandı.

Lübnan lirası, günden güne dolar karşısında değer kaybetmeye devam etti.

Sadece hükümetin değil tüm siyasi tabakanın gitmesini içeren “Killun yani Killun” sloganları sokaklarda her gün yankılanırken, Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile parlamentodaki siyasi gruplar arasındaki istişarelerde teknokrat (uzman) hükmetinin kurulmasına karar verildi.

2020’nin başında göreve gelen Hassan Diyab hükümeti, iflas eşiğine gelen ülkedeki ekonomik kriz ile mücadeleyi kısıtlı imkanlarla yürütmeyi çalıştı. Yeniden borç almak için IMF ile masaya oturdu.

Borç batağında yüzen ülke 9 Mart 2020’de vadesi gelen 1 milyar 200 milyon dolarlık eurobond tahvili senetlerini kıt döviz rezervleri nedeniyle ödeyemedi. Böylece ilk kez temerrüde düşmüş oldu.

Diyab hükümeti 11 Mayıs 2020’de, 5 yılda toplam 10 milyar dolar kredi için Uluslararası Para Fonu IMF ile müzakerelere başladığını açıkladı.

IMF’nin borç vermek için öne sürdüğü şartlar ülkedeki siyasi partiler ve bankalar tarafından olumlu karşılanmayınca anlaşmaya varılamadı. Müzakerelerde sorunlu başlıklardan biri de dolar krizinin bankacılık sektöründe meydana getirdiği zararın Merkez Bankası ile bankalar arasında nasıl bölüştürüleceğiydi.

Bankacılık ve finans krizi

Ülkede gittikçe büyüyen döviz likidite krizine karşı bankalar, döviz işlemlerine sıkı kısıtlamalar getirdi.

Dolar karşısında yüzde 80 oranla değer kaybeden Lübnan lirasının çöküşünü ve dövizin yurt dışına göçünü engellemek için bankalar vatandaşların birikimlerine erişimini kısıtladı. Örneğin birçok banka müşterilerinin haftalık para çekim limitini düşürdü. Üstelik bu miktar müşterilerin eline dolar değil Lübnan lirası cinsinden ödendi.

Burada baz alınan döviz kuru ise gerçek kur yerine (kara borsa) devletin sabit tuttuğu (gerçek kurun çok altında olan) kur oldu. Vatandaşlar bu uygulamalar nedeniyle büyük bir mağduriyet yaşadı.

Daha sonra atılan iddialara göre, bu süreçte vatandaşların birikimlerine erişimini kısıtlayan sıkı önlemler getirilirken bazı banka yetkilileri aynı dönemde milyarlarca doları yasal olmayan işlemlerle yurt dışına çıkışına izin verdi. Birçok banka yetkilisi bu iddialarla ilişkili olarak sorguya çekildi ve birçok bankanın varlıkları donduruldu.

Bankaların yurt dışıyla döviz işlemlerine yönelik kısıtlamaları ülkedeki ekonomik faaliyetleri de ciddi bir şekilde etkiledi. İthal işlemleri bürokratik engeller nedeniyle gittikçe zorlaştı.

Tüm bunlar yaşanırken 4 Ağustos 2020’de Beyrut Limanı’nda meydana gelen devasa patlama, ekonomiyi iyice zorladı.

COVID-19’un ülke ekonomisine de ağır etkileri oldu. Pandemi sürecinde işsizlik ile beraber hayat pahalılığı da altından kalkılamaz biçimde artınca Lübnanlılar yoksulluğa sürüklendi.

UNICEF, 1 Temmuz’da yayımladığı değerlendirmede Lübnanlıların yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşadığını, yaşam şartlarının 1975-1990 arasındaki 15 yıllık iç savaş döneminden bile daha kötü olduğunu ifade etti.

Lübnan Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin erimesi ve düşük kur uygulaması nedeniyle ülkede çok katmanlı kriz gelişti ve tüm stratejik sektörlerler peş peşe felç oldu.

İlaç krizi

Yurt dışından ithalata bağlı çalışan ilaç sektörü, Merkez Bankası düşük kur üzerinden kendilerine döviz temin edemediği için ithalat yapamamaktan dolayı piyasaya gerekli ilaçları sunamamaya başladı.

Haftalardır ellerindeki reçetelerle rafları boş eczaneleri dolaşan vatandaşlar tedavileri için gerekli ilaçları kişisel girişimlerle yurt dışından getirtme veya karaborsadan temin etme yollarına başvurmaya başladı.

Gerçek kur ile Merkez Bankası’nın belirlediği sabit kurun arasındaki makasın iyice açılması ve bazen farkın 4 kata kadar çıkması nedeniyle en az 600 eczane kapılarını kapatmak zorunda kaldı.

Akaryakıt krizi

Lübnan Merkez Bankası’ndaki rezervlerin ermesinden etkilenen en stratejik sektörlerden biri de akaryakıt sektörü oldu.

İlaç, akaryakıt ve gıda başta olmak üzere temel ihtiyaç ürünlerini sübvanse eden Merkez Bankası’nın rezervlerinin tükenme eşiğine gelmesi nedeniyle akaryakıta sübvansiyonun azaltılması kararı ise ülkede tam bir kaos yarattı.

Ağustos 2021’e kadar günlük tüketilen 12 milyon litre civarındaki akaryakıt, Merkez Bankası üzerinden sübvanse ediliyordu.

Merkez Bankası, 12 Ağustos itibarıyla uygulanmak üzere akaryakıta sağlanacak döviz kredilerinin resmi kur yerine piyasadaki serbest kur üzerinden hesaplanacağını ve böylelikle akaryakıt sübvansiyonunun kaldırılacağını açıklamıştı.

Merkez Bankası’nın akaryakıta yönelik desteği kaldırma kararından sonra hükümet, 21 Ağustos’ta yoksul ailelere yönelik “yardım karnesi” hayata geçirilinceye kadar yakıttaki sübvansiyonu azaltarak sürdüreceğini duyurmuştu.

Başbakan Hassan Diyab, yaptığı açıklamada, Merkez Bankası’nın sübvansiyonu kaldırma kararından önce 3 bin 900 Lübnan lirası üzerinden satışa sunulan akaryakıtın 8 bin liradan vatandaşın hizmetine sunulacağını; 8 bin liranın üzerindeki farkın ise devlet tarafından üstleneceğini kaydetmişti.

Devletin sübvanse ettiği benzin ve motorini temin edemeyen akaryakıt istasyonlarının büyük bölümü mayıs ayından bu yana pompaları kapalı tutuyor.

Hizmet vermeye devam eden az sayıdaki akaryakıt istasyonunun önünde ise yüzlerce aracın sıra beklediği kuyruklar oluşuyor.

Ülke genelindeki uzun benzin kuyruklarında zaman zaman gerilim yükseliyor ve silahlı kavgalara dönüşen olaylar da yaşanıyor. Güneydeki Sayda kentinde bazı istasyon sahipleri silahlı kavgaların tehlikesinden korunmak amacıyla faaliyetlerine son verirken, Lübnan ordusu da olayların tekrarlandığı kuzeydeki bazı istasyonları geçici olarak kapattırdı.

Bazı akaryakıt istasyonlarının ise müşterilerinin taleplerini karşılamak amacıyla ek ücretle istenen adrese tankerle sevkiyat yaptığına ilişkin görüntüler kimi zaman amatör kameralara yansıyor.

Sübvansiyonu azaltma kararından sonra yapılan yüzde 66’nın üzerindeki zamlar, akaryakıt istasyonlarının önündeki uzun kuyruk çilesini bitiremedi

Elektrik krizi kontrolden çıktı

İç savaştan sonra yönetime gelen hükümetlerin bir türlü elektrik sektörünü raya oturtamaması nedeniyle uzun yıllardan beri Lübnan’da elektrik ihtiyacının büyük bir kısım özel elektrik dağıtım şirketleri üzerinden karşılanıyordu.

Devlet kurumlarının elektrik hizmetini sağladığı günün kısıtlı saatleri dışında vatandaşlar özel elektrik distribütörlerine başvurarak elektrik hizmetine ulaşabiliyordu.

Ancak akaryakıta bağlı çalışan özel elektrik dağıtım firmaları, akaryakıt sektörünün çökmesi ve bu maddeleri temin etmekte yaşanan sıkıntılar nedeniyle hizmetlerini büyük ölçüde askıya almak zorunda kaldı.

Böylece domino taşları gibi peş peşe çöken sektörlere elektrik de eklenmiş oldu. Lübnan’ın birçok bölgesi günün büyük kısmını elektriksiz geçiriyor.

Ülkedeki hastaneler de jeneratörlerini çalıştırmak için akaryakıt temin edememesi nedeniyle makinelere bağlı yaşayan hastaların hayatının da riske girdiği belirtiliyor.

Lübnan temmuz ayında Irak ile bir anlaşmaya vararak döviz kullanmadan ticari mal ve hizmet karşılığında Bağdat’tan 1 milyon ton petrol temin edeceğini açıklamıştı. Beyrut bu petrolu, ihaleler yoluyla uluslararası firmalar üzerinden elektrik üretimine uygun ağır akaryakıt ile değiştirilmesini sağlamayı amaçlıyor.

Ancak tüm bir girişimler henüz akaryakıt piyasasına yansımadı.

İçme suyu krizi

Yine akaryakıt ve elektriğe bağlı çalışan bir başka alan, içme suyu pompalama ve su arıtma tesislerinin çalışmasındaki aksaklıklar nedeniyle ülke birden temiz suya erişememe sorunuyla karşı karşıya kaldı.

Zira akaryakıt krizinin sebep olduğu elektrik kesintileri, şebekeye su pompalama makineleri ve damacanayla satılan içme suyunu arıtma tesislerini olumsuz etkiledi. BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Lübnan’daki su dağıtım şebekesinin bakım onarım masraflarını döviz cinsinden ödeyemediği için çalışamadığını açıkladı.

Ülkenin farklı yerlerindeki su pompalama istasyonlarının çoğunun dört ila altı hafta içinde aşamalı olarak duracağını belirten kuruluş, ülke nüfusunun yüzde 71’inden fazlasına tekabül eden yaklaşık 4 milyon insanın suya erişememe tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ifade ediyor.

Devletin şebeke suyunun yetersiz olduğundan uzun yıllardan beri tankerlerle su ihtiyaçlarını gidermeye alışmış Lübnanlılar, halihazırdaki akaryakıt krizinden dolayı tankerler de vatandaşın su ihtiyacını karşılamaya yetmiyor.

Ekmek krizi

[Fotoğraf: AP]

Yine akaryakıt ve elektrik krizi nedeniyle Lübnan’daki fırınlar da büyük ölçüde etkilenmiş durumda. Üretimdeki düşüş nedeniyle fırınların önünde uzun kuyruklar gündelik yaşamın bir parçası oldu.  

Lübnan'daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

Lübnan'daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

Lübnan'daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

Lübnan'daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

Lübnan'daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

Lübnan'daki ekonomik kriz tüm hayati sektörleri nasıl felç etti?

TRT

Devamını Oku
Yorum Yapabilirsiniz

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Dünya

Ateşkes ve esir takası anlaşmasının 2’nci aşaması görüşmeleri yarın Washington’da başlayacak

Published

on

By

İsrail Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamada, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ABD Başkanı Donald Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile görüştüğü bildirildi.

Netanyahu ve Witkoff’un Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşmasının ikinci aşamasına ilişkin müzakerelerin, ateşkesin devreye girmesinin 16’ncı günü olan yarın Washington’da başlaması konusunda mutabık kaldığı aktarıldı.

Hafta başında yapılacak toplantıda, İsrail’in pozisyonunun ele alınacağı kaydedildi.

Witkoff’un daha sonra Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ve üst düzey Mısırlı temsilcilerle heyetlerin görüşmeleri ve müzakerelerin ilerletilmesi için atılacak adımları ele alacağı ifade edildi.

Bu arada İsrail Başbakanı Netanyahu bugün ABD’ye uçacak.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, ABD Başkanı Trump ile görüşeceği, “Gazze, esirler ve İran ekseninin tüm unsurlarıyla yaşanan çatışma” konularını ele alacağı bildirilmişti.

 

Devamını Oku

Dünya

AB liderleri, yarın savunma konulu ilk zirve için Brüksel’de bir araya gelecek

Published

on

By

Avrupa Birliği (AB), yarın düzenleyeceği ilk savunma konulu zirve toplantısında Avrupa’nın bu alanda kendi sorumluluğunu daha fazla üstlenmesi için neler yapılabileceğini tartışacak.

AB, tarihinde ilk defa savunma konusunda zirve toplantısı düzenliyor.

Gayriresmi nitelikli toplantıda herhangi bir karar alınmayacak ancak özellikle haziran ayında yapılacak ve savunmaya özel önem atfedilmesi planlanan zirvede alınacak kararlara zemin hazırlanacak.

AB üyesi 27 ülkenin liderleri, AB Konseyi Başkanı Antonio Costa’nın liderliğinde Brüksel’deki Egmont Sarayı’nda yarın gün boyunca Avrupa’nın savunmasının geleceğini tartışacak.

Zirvenin bir bölümüne NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer da katılacak.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 1 Aralık 2024’te başlayan yeni 5 yıllık idari dönemin ilk icraatlarından biri olarak ilk 100 gün içinde savunma konusunda “beyaz kitap/bülten” (white book) hazırlayacağını duyurmuştu.

Von der Leyen, yeni ekibinde ilk kez savunmadan sorumlu portföy oluşturmuş, Litvanyalı siyasetçi Andrius Kubilius bu göreve getirilmişti.

Kubilius ile AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın hazırlıklarını birlikte sürdürdüğü belge, temel olarak Avrupa’nın savunma sektöründeki kapasitesini, endüstriyel rekabet gücünü ve yatırım ihtiyaçlarını ele alıyor.

Özellikle Rusya’dan yönelen tehdit karşısında AB’nin “savunma entegrasyonuna” yönelik genel yaklaşımını çerçeveliyor.

Bunun için de kıta genelinde hava savunmasını güçlendirmek amacıyla Avrupa hava kalkanı, siber savunma yetenekleri, daha yakın AB-NATO işbirliği, üye ülkeler tarafından daha verimli ve yüksek miktarda savunma harcaması, savunma tedarikinde dış bağımlılıkların azaltılması gibi başlıklarda öneriler yer alıyor.

– 36 günlük geri sayım

Von der Leyen’in belgenin hazırlığı için belirlediği 100 gün hedefinde geriye 36 gün kalmışken AB Konseyi Başkanı Costa ve AB Konseyinin dönem başkanlığını 1 Ocak’ta 6 aylığına üstlenen Polonya’nın Başbakanı Donald Tusk’ın girişimiyle “savunma zirvesi” fikri doğdu.

Zira Polonya, dönem başkanlığı önceliğinin “güvenlik ve savunma” olacağını duyurmuştu.

Costa da her fırsatta Birliğin karşı karşıya olduğu en büyük zorluğun “savunma” olduğunu dile getiriyor.

Costa, savunma zirvesi düzenlemek istediğini üye ülkelere beyan ettiği davet mektubunda bu alandaki zorlukları, “Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden yüksek yoğunluklu savaşı ve bunun beraberinde AB ülkelerinin ekonomileri ile toplumlarını da hedef alan ‘hibrit ve siber saldırılar’” olarak kategorize etti.

Bu durumdan çıkış yolunu Ukrayna’nın savaşı kazanması, kapsamlı, adil ve kalıcı barışa kavuşulması olarak gösteren Costa, Orta Doğu’daki durumla da belirlenen bu jeopolitik bağlamın, öngörülebilir gelecekte zorlu olmaya devam edeceğinin altını çizdi.

– Ayrılıkların üstesinden gelinebilecek mi?

Zirvenin gündemi iki ana unsura ayrılıyor.

İlk tartışmalar, Avrupa’nın kendi savunması için daha fazla sorumluluk almasına odaklanacak. Bunun derecesi hakkında üye ülkeler arasında mevcut farklılıkların nasıl aşılacağı merak konusu.

Zira “Avrupa ordusu” fikri etrafında bu farklılıklar nedeniyle yıllarca süren ve sonuç alınamayan tartışmalar hafızalarda taze.

Bu nedenle Brüksel, NATO bağlamı da dahil olmak üzere, tüm üye ülkelerin güvenlik ve savunma çıkarlarını gözetme, politikalarında dikteye gitmeme konusunda da sınavdan geçecek.

Zirvede ele alınacak ikinci unsurla, üye ülkeler nezdindeki bu “ayrılığın” “ortaklığa” bağlanması, araştırma geliştirmeden üretimde, savunma endüstrisinde bireysel üye ülkeler için maliyeti azaltırken daha fazla öngörülebilirlik sağlamak ve tekrarların önlenmesi hedefleniyor.

Zirvede üye ülkelerin AB’nin sahip olması ya da geliştirmesi gereken savunma yetenekleri ile birlikte daha fazla harcama yapma konusundaki hedeflerinin ne olduğu, AB bütçesinin kısa, orta ve uzun vadede bu hedeflerle en iyi şekilde nasıl kullanılabileceği ya da hangi özel finans araçlarının sağlanabileceği konusunda görüş alışverişinde bulunmaları bekleniyor.

Ayrıca, AB dışındaki Avrupalı ortaklarla savunma işbirliğinin nasıl olması konusunda da tartışma yapılacak.

– NATO Genel Sekreteri Rutte’nin mesajları ve Trump’ın “yüzde 5” tartışması

Bu noktada NATO Genel Sekreteri Rutte’nin katılımı da özel anlam taşıyor.

Rutte’nin Genel Sekreterliği ile yeni AB yönetimi, iki ay arayla başladı. Bu dönem, aynı zamanda ABD’de Donald Trump yönetimini iktidara getirecek seçim sürecine de denk geldi.

Trump’ın kampanya süreci boyunca Avrupalı müttefiklerin savunmada üstüne düşeni yerine getirmemesi, savunma harcamalarını artırmaması halinde yapacakları konusunda savurduğu tehditler, Brüksel için endişeye yol açtı.

AB üyesi ülkelerden Hollanda’yı yıllarca yönetmiş ve “Trump’ın dilinden anlayan Avrupalı siyasetçi” olarak bilinen Rutte’nin NATO’ya liderlik etmesi, Brüksel için bir umuda da işaret ediyor.

Ancak Rutte, gayrisafi yurtiçi hasılada (GSYİH) savunma harcamalarına ayrılan payın artması konusunda Trump’la hemfikir.

Mevcut hedef olan yüzde 2, halihazırda 23 AB üyesi tarafından karşılanıyor.

Rutte, Trump’ın zikrettiği ancak Brüksel’de “imkansız” olarak yankılanan yüzde 5’lik hedefle ilgili beyanda bulunmaktan kaçınıyor.

Diğer yandan AB ülkeleri, yüzde 2’nin üstünde bir hedef belirlenmesinin kaçınılmaz olduğunu da biliyor.

AB’nin dış ilişkiler ve savunma şefi Kallas, henüz Estonya Başbakanıyken bu hedefin yüzde 3 olarak belirlenmesini istediğini söylemişti.

Kallas, yakın zamandaki açıklamalarında da Avrupa’nın GSYİH’sinin ortalama yüzde 1,9’unu savunmaya harcadığını, Rusya için ise bu oranın yaklaşık yüzde 9 olduğunu belirtmişti.

Bu konuda Rutte’nin Avrupa Parlamentosuna (AP) düzenlediği ilk ziyarette zikrettiği ifadeler de dikkat çekiciydi.

AP milletvekillerine 13 Ocak’ta hitap eden Rutte, yüzde 2’lik hedefin halihazırda yeterli olmadığını tekrarlamış, “Rusya’nın şu anda üç ayda ürettiğine baktığınızda, Los Angeles’tan Ankara’ya kadar NATO’nun tümünün bir yılda ürettiği şeye denk. Rusya, Hollanda ve Belçika’nın toplamından daha büyük bir ekonomi değilken üç ayda NATO’nun bir yılda ürettiğini üretiyor.” ifadelerini kullanmıştı.

Rutte’nin aynı hitapta dikkati çektiği bir başka nokta da AB’nin Birlik üyesi olmayan ancak NATO üyesi olan Avrupalı ortaklarla işbirliğine daha fazla açık kapı bırakmasıydı.

Zirveye İngiltere Başbakanı Starmer’in davet edilmesi, bu yönde alınmış bir karar gibi görünüyor. Bu bağlamda NATO içinde önde gelen ortaklardan Türkiye ile işbirliği konusunda yapılacak tartışmalar da merak ediliyor.

TAK/BRT

Devamını Oku

Dünya

ABD’de yolcu uçağıyla çarpışan askeri helikopterin karakutusu bulundu

Published

on

By

ABD’nin başkenti Washington yakınlarındaki Ronald Reagan Havalimanı civarında yolcu uçağıyla çarpışan askeri helikopterin karakutusu bulundu.

ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulundan (NTSB) yetkili Todd Inman, yaptığı açıklamada, kazaya karışan askeri helikopterin karakutusunun bulunduğunu bildirdi.

Inman, karakutunun güvenli bir şekilde NTSB merkezine ulaştığını ve kurumun, bu verilerden kesin bir sonuç çıkarabileceğine inandığını belirtti.

– ABD’nin başkentindeki uçak kazası

ABD Federal Havacılık İdaresi, yazılı bir açıklamayla, 29 Ocak’ta Ronald Reagan Havalimanı yakınlarında American Airlines’a ait bir uçakla Black Hawk tipi askeri helikopterin çarpıştığını duyurmuştu.

Başkent Washington yakınlarındaki havalimanına yakın bir mesafede meydana gelen kazada 60 yolcu ve 4 kişilik mürettebatı taşıyan yolcu uçağı ile 3 askeri personelin bulunduğu askeri helikopter Potomac Nehri’ne düşmüş, yetkililer kazada kurtulan olmadığını açıklamıştı.

ABD Başkanı Donald Trump, kazanın muhtemel sebebine ilişkin, “Helikopter, yanlış zamanda yanlış yerdeydi.” demişti.

Kazanın “büyük bir trajedi” olduğunu ve önlenebilmesi gerektiğini belirten Trump, “Maalesef kazadan kurtulan olmadı.” ifadesini kullanmıştı.

Bugün, uçak kazasında nehre düşen yolcu ve mürettebattan 41’inin cesedine ulaşıldığı bildirilmişti.

Devamını Oku

Trending

Reklam