Connect with us
Örnek Resim Örnek Resim

Yaşam

Depremin mucize bebeği Elif hayata sımsıkı tutunuyor

İzmir depreminde ağabeyini kaybeden ve 65 saat sonra enkazdan kurtarılınca itfaiye erinin elini sımsıkı tutan Elif Perinçek, evlat acısı çeken ailesinin de “Umut” kaynağı. Aile, oğulları Umut’un adını okullarda yaşatıyor.

Published

on

Geçen yıl 30 Ekim’de yaşanan depremde enkaz altından 65 saat sonra bir itfaiyecinin parmağına tutunarak kurtuluş umutlarını artıran 4 yaşındaki Elif bebek, depremden kurtulan annesi Seher ve ikiz kardeşleri Ezel ve Elzem ile kötü günleri unutmaya çalışıyor.

Depremden sonra yaralı yüzü, korkulu bakışları ve hayata tutunan minik eliyle milyonlarca insanın yüreğine dokunan Elif, faciadan 1 yıl sonra güler yüzü, sarı uzun saçları, yeşil gözleri ve masumluğuyla görenlere yaşama sevinci veriyor.

Büyük mücadelesinin minik bir izini alnında taşıyan Elif, çok sevdiği ve depremin kendisinden kopardığı ağabeyi Umut’un adını taşıyan sınıfta oyun oynuyor, çocukluğunu yaşıyor.

Perinçek Ailesinin yakınları ve gönüllülerin desteğiyle kurulan Yüreklere Umut Vakfı’nın (YUVA) Milli Eğitim Bakanlığı izniyle Bayraklı’daki Azerbaycan Halk Cumhuriyeti 100. Yıl İlkokulunda oluşturduğu “Umut Perinçek” sınıfını, Elif ve öğrencilerin neşeli sesleri dolduruyor.

Depremin sarsıntısını unutmaya çabalayan anne Seher ve baba Oğuz Perinçek, kızları Elif ile birlikte oğulları adına kurulan Umut Perinçek sınıfında felaket gününü ve sonrasını anlattı.

“Bina yıkıldı ve hayat mücadelemiz de o an başladı” 

Ege Üniversitesi Emel Akın Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi olan Seher Perinçek, 30 Ekim 2020’nin sıradan başladığını ancak saatler 14.51’i gösterdiğinde yüreklerine karanlığın çöktüğünü söyledi.

O sırada ikiz kızları Ezel ve Elzem’in çevrim içi ders aldığını, Umut’un en sevdiği yiyecek olan makarna ve yoğurt yediğini, Elif’in ise odasında uyduğunu aktaran Perinçek, “Sarsıntılar olduğunda 3 çocuğumla salonda bir araya gelebildik. Umut, Ezel ve Elzem. Konsol ve çekyatın arasındaki bir alanda çömeldik. O anda yüreklere karanlık çöktü. Bina yıkıldı ve hayat mücadelemiz de o an başladı” dedi.

Seher Perinçek, enkaz altında her nefesin çok kıymetli olduğunu dile getirerek, çocuklarıyla sakin kalmaya çalıştıklarını belirtti.

Deprem sırasında aklına ilk olarak yatakta uyuyan Elif’in geldiğini söyleyen Perinçek, o anları şöyle anlattı:

“Elif’i alıp yanımıza getirmek istedim. Ama oraya gidersem 3 yavrum da benimle gelecekti. Tamamen dağılacaktık. Bunu öngörerek Elif’i orada bırakmak gereğini duydum. Bir annenin en acı tercihlerinden biri. İlk onu merak ettim. ‘Onun sesini duyabilecek miyim’ dedim. Bir ağlama, bir ‘Anne’ seslenişi. Ama duyamadım. O kadar zor bir an ki. Çocuklarımın da ilk sorduğu Elif oldu. ‘Anne Elif yaşıyor mu’ diye sordular. ‘Evet anneciğim yaşıyordur ve muhakkak bizi bekliyordur.’ demek zorundaydım.”

“Elif’e dokunabilmek, onun nefesini hissetmek inanılmaz değerliydi”

Yıkıntıların altında 23 saatin çok zor geçtiğini söyleyen Seher Perinçek, “O ortamda delirmemek elde değildi. Bizim en çok umudumuzu yeşerten eşim Oğuz’un dışarıdan gelen bağrışını duymak oldu. Onu duyduğum an çocuklara dedim ki ‘Evet anneciğim, babanız burada. Bütün ekibi toplayacak ve bizi kurtaracak. Sabrettik ve ekipler de hızlı bir müdahaleyle bizi oradan çıkardılar” dedi.

Anne Perinçek, kurtarıldıktan 3-4 gün sonra Elif’i görebildiğini, ancak bu sürenin kendisine 3-4 asır gibi geldiğini anlattı.

Travma nedeniyle ilk karşılaştıklarında Elif’in kendisine yabancıymış gibi baktığını ve bunun da çok acı olduğunu ifade eden Seher Perinçek, “Elif’e dokunabilmek ve onun nefesini hissetmek inanılmaz değerliydi” dedi.

“Diğer çocukları mutlu ederek mutlu olacağız, umutlu olacağız”

Depremde kaybettiği 7 yaşındaki oğlu Umut’un acısının da tarif edilemez olduğunu belirten anne Perinçek, “Umut o kadar beyefendiydi ki. Doğayı, hayvanları, insanları, böcekleri çok severdi. Bu dünyaya umut olmak için gelmişti. Umut’u kaybetmek tüm ailede zor bir süreçti ve bizim bu acının üstesinden gelmemiz kolay olmadı. Onun yokluğu çok ağır, çok yorucu geldi” dedi.

Perinçek, Türkiye’nin her yerinden destek önerisi aldıklarını ifade ederek, şöyle konuştu:

“Tüm ülkeme teşekkürler. Herkes destek olmak istedi. Biz ihtiyacımız olmadığını, kaynakların kamusal projelere yönlendirilmesini istedik. O zaman sınıflar, dershaneler, laboratuvarlar yapıldı. Biz de Umut’un yüreklere umut olduğunu düşündük ve bir vakıf kuruldu. Şimdi o sınıflarda eğitim alan çocukların her birinde Umut’u görüyorum. Hiçbir şeyi unutmadık. Biz artık diğer çocukları mutlu ederek mutlu olacağız, umutlu olacağız.”

“Her zaman azimli olmayı Elif’ten, umutlu olmayı Umut’tan öğrendik”

Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü Öğretim Üyesi olan baba Oğuz Perinçek de Umut’un adını taşıyan sınıfa deprem sonrası enkaz başında beklerken üzerinden 3 gün çıkarmadığı kıyafetleriyle geldiğini, deprem konusunda farkındalık yaratmayı istediğini söyledi.

Perinçek, tedavi sürecinin ardından sağlığına kavuşan çocuklarının birer mucize olarak hayata tutunduğunu, Umut’un anısını unutmanın mümkün olmadığını ancak yaşadığı üzüntüyü kızlarına yansıtmamaya çalıştığını söyledi.

Deprem sonrası taşındıkları yeni evlerinde koridorda ağlayıp gözyaşını sildiğini ve hayatta kalan kızlarının odasına güler yüzle girerek moral verdiğini anlatan Perinçek, Umut’un acısını ise dar gelirli ailelerin çocuklarına eğitim alanında destek olarak hafifletme kararı aldıklarını dile getirdi.

“Yardım işleri bizi az da olsa iyileştirdi. Bundan sonra ne kadar çok çocukta mutluluk görürsek yaramız o kadar hızlı iyileşmiş olacak. Ama hiçbir zaman tam olarak iyileşmeyecek.” 

“Her zaman azimli olmayı Elif’ten, her zaman umutlu olmayı Umut’tan öğrendik.” diye konuşan Perinçek, Menderes, Bayraklı ve Urla ilçeleri, İstanbul’un Bağcılar ilçesi ile Şanlıurfa’daki okullarda kütüphane, laboratuvar ve ana sınıflarını Milli Eğitim Bakanlığı iş birliğiyle YUVA olarak hizmete açtıklarını da sözlerine ekledi.

Depremin mucize bebeği Elif hayata sımsıkı tutunuyor

Depremin mucize bebeği Elif hayata sımsıkı tutunuyor

Depremin mucize bebeği Elif hayata sımsıkı tutunuyor

Depremin mucize bebeği Elif hayata sımsıkı tutunuyor

TRT

Devamını Oku
Yorum Yapabilirsiniz

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yaşam

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Dikkat edilmediği takdirde güneş ışınlarının cilde pek çok zararı bulunuyor. Bunun için ışınların dik açıyla düştüğü saat diliminde güneşten kaçınmak, koruyucu krem kullanmak, uygun kıyafet tercihi ve gözlük takmak gibi tedbirler hayli önemli.

Published

on

By

Yaz geldi. Güneş tüm yakıcılığıyla ışıldıyor. Dünya’nın ışık ve ısı kaynağı güneş, aynı zamanda kimi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Öyle ki iş cilt kanserine kadar varabiliyor. Bu olumsuz etkilerden uzak durmak için çeşitli önlemler almak gerekiyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlkin Zindancı, güneşten korunmak için izlenmesi gereken yolları TRT Haber’e anlattı.

Ciltte güneşe karşı blokaj oluşturulmalı

Güneşe karşı her insanın duyarlılığı farklı. “Herkes güneşten aynı derecede etkilenmez” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini, “Özellikle çocuklar ve yaşlılar, açık ten-göz-saç rengine sahip kişiler güneşe her zaman daha duyarlıdır. Esmer tenli birine göre bu grup her zaman daha fazla etkileniyor. Daha fazla korunmaları gerekiyor” şeklinde sürdürüyor.

Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için ilk kural Prof. Dr. Zindancı’ya göre şu: “Etkili olduğu saatte güneşten kaçınmak çok önemli. Bu da güneşin dik açılarla geldiği 11.00-15.00 saatleri arası. Bunu özelikle belirtmek lazım. Bu saatlerden kaçınacağız.”

Prof. Dr. Zindancı’nın dikkat çektiği bir diğer ayrıntı ise blokaj:

“Blokajı öncelikle kıyafetlerle oluşturabilirsiniz. Öncelikle güneşe karşı hassas olan kişilerde bunu muhakkak belirtmek lazım. Giysiler çok kalın olmayan, ışığı yansıtacak tarzda açık renkli, gevşek uzun kollu olabilir. Şapka, gözlük hatta şu aralar maske bile güneşten koruyor.”

Güneş koruyucu krem kullanmak şart

Bir diğer korunma yöntemi ise dermatoloji uzmanlarının önemle üzerinde durduğu koruyucu kremler… Koruyucu ürünler fiziksel ve kimyasal olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Prof. Dr. Zindancı bu ayrımın ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor:

“Fiziksel koruyucular içlerinde kimyasal maddeyi en az barındıran, daha çok bariyer oluşturan ürünler. Özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamilelerde bunun kullanılmasını tercih ediyoruz. Diğer ürünler ise kimyasal diye geçiyor ama yine bunlar da pek çok testten geçen ürünler. Yine zararlı olmayan maddelerden elde ediliyor.”

30 faktör ve üstü koruyucu krem önerisi

Güneş koruyucularını satın alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gereken birtakım detaylar var. Koruyucu ürünlerin hem ultraviyole A hem de ultraviyole B’ye karşı etkili olması gerekiyor. Bir diğer detayı ise Prof. Dr. Zindancı şöyle anlatıyor:

“SPF (sun protectin factor) 30 faktör ve üzeri olmalı. Burada marka önemli değil. Testleri yapılmış, bilindik ve geçerliliği kabul edilmiş markalardan alınmalı. Yine bunun cilt tipine uygun olmasını öneriyoruz. Akneli ciltler için çok yağlı olmayan ürünler, kuru ciltler için de nemlendirici içerikleri olduğu belirtilenler… Bir de tabii ürünün raf ömrü önemli. Açık olmayan iki-üç yıllık raf ömrü olan ürünler tercih edilmeli. Açık ürünlerin ise bir yıl daha kullanılacağı kabul edilir. Uygun şartlarda saklandıysa rengi, kokusu, akışkanlığı ve kıvamı değişmediyse bu güneş koruyucuların kullanılması söz konusu olabilir.”

Bronzlaşmaktan kaçınmak gerek

Yaz aylarında sıkça kullanılan ürünlerden biri de bronzlaştırıcılar. Ancak bronzlaşmak ve bunun için bazı ürünler kullanmak dermatoloji uzmanları tarafından kesinlikle önerilmiyor. Prof. Dr. Zindancı, “Zaten güneşin zararlı etkilerinden kaçmaya çalışıyoruz. Mümkünse bronzlaşmaktan kaçının. ‘O zaman D vitamini nasıl alacağız?’ diyorlar. Güneş koruyucular zaten öyle yüzde yüz korumuyor. Koruyucuya rağmen bizim maruz kaldığımız güneş, bir miktar D vitamini sentezine izin veriyor. Biz bir de bunu kol iç yüzü gibi daha nadir güneş gören yerlerden günlük 10-15 dakika güneşte kalarak alabiliyoruz” diyor.

Güneşin etkilerinden bazı bölgeleri özellikle korumamız gerekiyor. Yüz, göğüs, kulak kepçeleri, el sırtı ve erkeklerde dökülen saçların olduğu bölgeler gibi… Çünkü bu bölgeler aynı zamanda cilt kanserlerinin de en fazla görüldüğü yerler.

Güneş yanıklarına karşı ne yapılmalı?

Güneş yanıklarına ve lekelerine karşı yapılması gerekenler de önemli. Doç. Dr. Zindancı’nın bu noktadaki önerileri ise şöyle:

“Güneş yanığı sonuçta medikal acil bir durum. O bölgede bir reaksiyon oluşuyor. Biraz normalin üzerinde güneş, o bölgede bazı süreçleri başlatıyor. Bu gibi durumda kişinin yapması gereken hemen o bölgeyi biraz serinletme, suya tutma, üzerine nemlendirici bir şeyler sürme olabilir. Diş macunu ve şampuan gibi şeyler sürülmemeli, varsa ağrı kesici alınabilir. Onun haricinde basit yara kremleri kullanılabilir. Ama yanıt alınamıyorsa medikal tedavi öneriyoruz.”

Güneş lekeleri uzun sürede oluşuyor

Günümüzde çok sayıda insanın muzdarip olduğu bir başka konu ise güneş lekeleri… Ancak güneş lekeleri daha farklı gelişiyor. Öncelikle güneş yanığı hemen gelişirken lekeler tam tersi uzun süre güneşten korunmayan insanlarda meydana geliyor. “Bu lekeler güneşin uzun yıllar içinde biriktirici etkisine bağlıdır. Biriktirici etki süresi uzadıkça leke oluşuyor. Lekeler güneş hasarı bulgusudur” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Bu biraz cilt tipiyle de alakalı. Herkeste güneş lekesi olmaz. Esmer tene doğru gittikçe leke kolaylaşır. Lekelerde sigaranın ve hormonların da etkisi var. Ama bu lekelerin oluştuğu alanlar, kronik hasarın ve kanser riskinin en fazla arttığı alanlardır.”  

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk hekimlerinin tedavi yöntemi dünya tıp literatürüne girdi

Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ve ekibi, hastasını, ilaç tedavisinin yeterli gelmediği zorlu bir kalp ritim bozukluğundan dünya tıp literatürüne giren yöntemle kurtardı. Hastanın kalp fonk

Published

on

By

Kalbinde 10 yıldır ritim bozukluğu (aritmi) bulunan 41 yaşındaki Ercüment Taşkıran, hastalığının neden olduğu çabuk yorulma, aşırı terleme, bunalma, bayılma ve kalp yetmezliği gibi sorunlarla hayatını sürdürmeye çalışıyordu.

Tedavisinde kullanılan ilaçların fayda etmediği Taşkıran, bir gün evinde bayılması üzerine Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Tetkikler sonucunda Taşkıran’a, kalbin kulakçıklarından kaynaklanan, ölümcül olmayan ancak devamlılığı halinde kalp yetmezliğine kadar varabilen kötü sonuçlarla seyreden “atriyal taşikardi” teşhisi konuldu.

Tedavi, dünya tıp literatürüne kazandırıldı

Doç. Dr. Uslu ve ekibi, hastaları Taşkıran’ın tedavisinde, ritim bozukluğuna yol açan sorunlu bölgenin tamamen ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve aritmilerde sıklıkla kullanılan “ablasyon” yöntemini uygulamaya karar verdi.

Ercüment Taşkıran’a uygulanan ablasyon tedavisini diğerlerinden ayıran ise 3 boyutlu haritalamanın yanı sıra “sıcak” ve “soğuk” ablasyon yöntemlerinin bir arada kullanılması ve tüm elektrofizyoloji prosedürlerinin basamaklar halinde uygulanması oldu.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ile ekibinin Taşkıran’ın kalbinin normal ritmine kavuşmasını sağlayan cerrahi yönetimi anlattıkları “Çoklu elektrofizyolojik prosedürler gerektiren zor bir atriyal taşikardi vakasının cerrahi tedavisi” başlıklı makaleleri, uluslararası hakemli dergi Journal of Electrocardiology’de yayımlanarak dünya tıp literatürüne kazandırıldı.

“Bunlar genelde nadir karşılaştığımız vakalar”

Ameliyat süreci ve tedavi planlamasına ilişkin bilgi veren Uslu, hastalarının kendilerine başvurmadan önce farklı merkezlerde ilaç tedavisi gördüğünü, kalbindeki ritim sorunlarının tespiti ve yakılmasıyla ilgili bir işlem ve göğüs ağrıları nedeniyle koroner anjiyografi geçirdiğini anlattı.

Hasta 6 ay önce kendilerine geldiğinde problemin ritimle alakalı olduğunu düşünerek işlemleri buna göre planladıklarını aktaran Uslu, tetkiklerde, kalbin sağ üst kulakçık bölgesinden kaynaklanan bir çarpıntı saptadıklarını ve hastaya “atriyal taşikardi” teşhisi koyduklarını dile getirdi.

Bu bölgenin ancak 3 boyutlu haritalamayla netleştirilebileceğini tespit ettiklerini belirten Uslu, “Bunlar nadir karşılaştığımız vakalar. Bu tip çarpıntılarda -kompleks aritmi olarak düşünüp- hem üç boyutlu haritalamayı hem de konvansiyonel yöntemleri kullanarak işlem planlıyoruz. Bu hastamızda da kalp pilinden tutun ölüme kadar riskler taşıyabilen bir rahatsızlıkla karşı karşıyaydık” dedi.

Doç. Dr. Uslu, ilk olarak, elektrofizyolojik çalışmayla çarpıntının anormal mi yoksa kalbin kendisinden kaynaklanan sinüzal taşikardi mi olduğunu ayırt etmek için kalbin içine kateter yerleştirdiklerini anlattı. Neticede bunun anormal bir çarpıntı olduğunu belirlediklerini kaydeden Uslu, daha sonra, anormal ritmin çıktığı bölgeyi bulmak için 3 boyutlu haritalamayla kompleks bir şekilde tam odağı tespit ettiklerini söyledi. Uslu, “radyofrekans ablasyon” adlı işlemle odağı ortadan kaldırmaya çalıştıklarını belirtti.

Cerrahi ve aritmi ortak çalışarak hastanın ritmini düzeltti

Yaptıkları ilk girişimin başarısız sonuçlandığını belirten Uslu, hemen ardından kalbin kulakçık bölgesinden çıkan ve “apendiks” denen bölgeyi dondurarak, ablasyon yöntemiyle kalbi kendi dokusundan tamamen izole etmeyi planladıklarını dile getirdi.

Uslu, aynı seansta ikinci işlem olarak, genel anestezi altında batın üst kısmından iğneyle “epikard” denilen kalbin dış kısmını 3 boyutlu haritaladıklarını söyledi. Çarpıntının dış yüzeyden kaynaklandığını daha önceden bildikleri için bu bölgeyi haritaladıklarına değinen Uslu, ablasyon ile sinüs ritmi denilen normal ritmi elde edemediklerine işaret etti.

Bunun üzerine üçüncü aşamaya geçtiklerinden bahseden Uslu, “Bu tip hastalarda yapılması gereken, kalbin bu bölgesinin cerrahiyle ortadan kaldırılmasıdır. Cerrahi ve aritmiyle ortak çalışmamızla bu bölgenin eksizyonu ile hastada normal ritmi elde ettik” bilgisini verdi.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu, 2 saat süren ameliyatın ardından Ercüment Taşkıran’ın sağlığına kavuştuğunu aktararak, “İşlem bittikten sonra hastamızın ritmi tamamen normaldi. Sonrasında hiçbir aritmi yaşamadık. Öncesinde hastamızda aritmiye bağlı kalp yetmezliği gelişmişti. Ritmin normale dönmesinden sonra tamamen kalp fonksiyonlarının da normale döndüğünü gördük. Hastamız gayet mutlu. Şu an takiplerimize devam ediyoruz” diye konuştu.

“Kompleks aritmilerde ekip çalışması önemli”

“Kompleks aritmi” denilen bu tip aritmilerin tedavisi için ciddi bir ekip çalışması gerektiğine işaret eden Uslu, “Hastanemizde yaptığımız ekip çalışmalarıyla bu şekilde başarılı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Bu açıdan Koşuyolu Hastanesi aritmi ekibi olarak ciddi anlamda hem efor sarf ediyor hem de bu tip mutlulukları yaşayabiliyoruz. Bu şekilde çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Doç. Dr. Uslu, vakanın dünyada tıp literatürüne girdiğini de vurgulayarak, “Avrupa’nın prestijli bir elektrofizyoloji dergisinde bu vakamız yayımlandı. Dünyada uygulanan nadir taşikardi operasyon türlerinden birisi. Daha önceden ülkemizde bir kere yapılmış bir işlem. Dünyada da bizim yaptığımızın dışında bir örneği vardı. Bizimki de üçüncü olarak literatüre girdi.” diye konuştu.

“Kalbimin yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde”

Ercüment Taşkıran, kalbindeki ritim bozukluğu nedeniyle yolculuk esnasında terleme, aşırı bunalma hissi ve gece uyuyamama gibi yaşamını ciddi derecede etkileyen sıkıntılar yaşadığını anlattı.

Rahatsızlığının ileri safhalarında kalp ritmini algılamak amacıyla kendisine holter cihazı takıldığını belirten Taşkıran, burada kalbinin birkaç saniye durduğunun da gözlendiğini dile getirdi. Taşkıran, süreç içerisinde rahatsızlığının ağırlaştığını, tetkikler sonucunda kendisine ablasyon tedavisi önerildiğini ancak korktuğu için ilaç kullanmaya devam ettiğini söyledi.

Aradan 3-4 yıl geçtikten sonra bir akşam üzeri rahatsızlandığını ve ambulansla Koşuyolu’na getirildiğini aktaran Taşkıran, “Ertesi sabah ilk operasyon yapıldı. İlk operasyondan sonra 2 aylık bir süre oldu. İki ayın sonunda, ameliyat başarısız olduğu için tekrar deneneceği söylendi. Aralık ayının son haftası operasyon gerçekleştirildi” diye konuştu.

Şu anda kendisini iyi hissettiğini belirten Taşkıran, duygularını şöyle dile getirdi:

“Ameliyattan sonra ilaç kullanmam gerekmedi. 10 yıl boyunca bu rahatsızlık sürdü ve sonuna gelindi. O yaşadığım dönemlerle bu dönem arasında ciddi bir fark var. En azından ilaç kullanma psikolojisini tamamen atlattım. Çocuğumla daha eğlenceli zamanlar geçirmeye başladım. Rahatsızlık kalbimi yoruyordu. Enerjim kalmıyordu. Sanki kalbimin yüzde 100’ü değil de yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde sürekli. Koşu yaparken, yüzerken nefesim kesiliyordu. Artık onlar geride kaldı.”

Tedavinin tıp literatürüne girmesinin kendisine güzel hissettirdiğini ifade eden Taşkıran, “Çaresi bulunamayan bazı hastalıklarda böyle tedaviler örnek oluyor. Bundan sonra belki, bana uygulanan yöntem başarılı olduğu için başkalarına da aynı yolla müdahale edilecektir. Genç olduğum için operasyonun daha risksiz geçeceğini düşünüyordum. Sigara ya da alkol kullanmadığım için sağlıklıydım. Bu da sanırım bir etken oldu” dedi.

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk Kızılay her yıl milyonlarca insanın yardımına koşuyor

Türk Kızılay, yurt içinde ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibinin yardımına koşuyor.

Published

on

By

Kurulduğu 11 Haziran 1868’den bu yana bağışçılardan aldığı destekle çalışmalarını sürdüren Türk Kızılay, dünyanın dört bir yanında insani yardım faaliyetleri yürütüyor.

Din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin tüm mazlumlara yardım eli uzatan Kızılay, 170 bini aşkın gönüllüsüyle, kan hizmetleri, uluslararası yardımlar, sosyal hizmetler, göç ve mülteci hizmetleri gibi pek çok alanda ihtiyaç sahiplerinin yaralarını sarıyor.

29 Ekim-4 Kasım Kızılay Haftası dolayısıyla derlediği bilgilere göre, Türk Kızılay, yurt içi ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibine temas ediyor.

Bu kapsamda Kızılay, Afganistan, Azerbaycan, Bangladeş, Bosna Hersek, Bulgaristan, Endonezya, Filistin, Güney Sudan, Irak, KKTC, Myanmar, Pakistan, Senegal, Somali, Sudan, Suriye, Yemen ve Kırgızistan dahil çok sayıda ülkede hizmet veriyor.

Suriye’ye 50 bin tır insani yardım malzemesi ulaştırıldı

Suriye’de savaştan zarar gören ve yerinden edilen kişilere ulaştırılmak üzere savaşın başından bu yana 50 bin tır insani yardım malzemesi sınırdan geçirildi.

Ayrıca, Suriye’de 40’tan fazla tıp merkezi, 10’a yakın yetimhane ve birçok sevgi mağazası kurularak muhtaçlara destek olundu.

Ramazanda yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı

Ramazan ayı ve Kurban Bayramı süresince de dünyanın farklı coğrafyalarındaki milyonlarca insana giyim yardımı, gıda kolileri ve kumanyalar dağıtıldı.

Ramazan ayında yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı. Kurban Bayramı süresince ise 21 ülkede kesilen kurbanlarla 3 milyondan fazla aile kurban bereketini yaşadı.

Bunun yanında, özellikle salgın sürecinde VEFA guruplarıyla birlikte görev yapan Türk Kızılay ekipleri, milyonlarca kişinin gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarını evlerine ulaştırdı.

2 milyon 258 bin 181 ünite kan hastanelere gönderildi

Türkiye’deki kan ihtiyacının neredeyse tamamını gönüllü ve sürekli bağışçılar sayesinde karşılayan Türk Kızılay, kan hizmetlerini de kan bağış merkezi ve mobil kan bağış araçlarıyla yürütüyor.

Türk Kızılayın kan bağış noktalarında, tek kullanımlık malzemelerle, hijyen ve sosyal mesafe kuralları çerçevesinde hizmet veriliyor. Dileyen bağışçılar, “www.kanver.org” adresinden randevu alarak kan bağışında bulunabiliyor.

Bu kapsamda, 2021’in başından bu yana yüzde 87,25’i erkek, yüzde 12,72’si kadınlardan oluşan 1 milyon 707 bin 176 kişi kan bağışında bulundu. Bu bağışlardan elde edilen 2 milyon 258 bin 181 ünite kan ihtiyaç sahiplerine gönderildi.

Bu yıl en çok kan bağışı 18-25 yaş arasındaki gençlerden geldi. İlk defa kan bağışlayanların sayısı ise 510 bin 3 oldu.

34 bin 794 ünite immün plazma COVID-19 hastalarına ulaştırıldı

Öte yandan, Sağlık Bakanlığının onayı ile başlatılan immün plazma tedavisi çok sayıda COVID-19 hastasına umut oldu.

Bu kapsamda, 2021’in başından beri COVID-19 geçiren ve sağlığına kavuşan kişilerden 9 bin 672 ünite immün plazma bileşeni toplandı. Bunlardan toplam 34 bin 794 ünite immün plazma bileşeni üretilerek COVID-19 tedavisi gören hastalara ulaştırıldı.

TRT

Devamını Oku

Trending

Reklam