Connect with us
Örnek Resim Örnek Resim

Yaşam

Geleceğimizin teminatı ‘su okuryazarlığı’

Her damlasının kıymeti gün geçtikçe daha çok kendisini hissettiren suyumuzu nasıl koruyacağız? Gelecek nesillere nasıl aktaracağız? Uzmanlara göre bunun en iyi yolu su okuryazarlığı. Peki, suyu nasıl okuyacak, nasıl yazacağız?

Published

on

Hayatımızı idame ettirebilmemiz için olmazsa olmaz…

Aynı zamanda dünya için en kıymetli ve en stratejik kaynaklardan biri. Ancak su, sınırsız bir kaynak değil. Bir damlasını bile boşa harcamamamız gerekiyor, çünkü boşa akan her damla hepimizin geleceğini tehdit ediyor.

Artan nüfus, sanayileşme, plansız kentleşme ve endüstriyel tarıma geçişle birlikte son yüzyılda küresel su kullanımı 6 kat arttı. Son yıllarda karşı karşıya kalınan çevre kirlilikleri özellikle su kaynaklarını etkiledi. Temiz suya erişim giderek zorlaştı. Hal böyle olunca suyun değerini bilmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekiyor.

İlerleyen yıllarda artık suya göre bir düzen kurulacak. Küresel mücadelelerin odak noktasında su olacak. Türkiye de artık su zengini bir ülke değil.

“Su bilinci küçük yaşlardan itibaren kazandırılmalı”

Bu konuda elbette devletlerin alacağı önlemler var, ancak bireysel farkındalığın artması da bir o kadar önemli. Bunun için ettkin yollardan birisi de su okuryazarlığı. İlk kez 1984 yılında ele alınan bu kavram, son yıllarda önem kazandı.

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, su konusunda eğitim seferberliği için düğmeye bastıklarını açıklamış ve “Su bilincinin küçük yaşlardan itibaren kazandırılması amacıyla anasınıfları da dâhil su okuryazarlığı derslerinin ilköğretim müfredatına girmesi için ilgili kurumlarla görüşmelere başladık” demişti.

Peki, su okuryazarlığı nedir ve müfredata girmesi nasıl bir adım olur? Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Su Okulu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Nazihan Ursavaş’a sorduk.

Su okuryazarlığı nedir?

Su okuryazarlığının asıl önemi su kaynakları ile ilgili çevre sorunlarının artmasıyla fark edildi. 2009 yılında yapılan bir çalışmada su okuryazarlığı, suyun çevresel sistemlerde nasıl hareket ettiğini ve diğer maddelerle nasıl etkileşime girdiğini anlamak, su hakkında bireysel veya toplumsal düzeyde bilinçli kararlar vermek olarak ifade edildi. Suyun yaşam için önemi, su döngüsünün işleyişi, yakın çevredeki ve küresel boyuttaki kaynakların tanınması, sürdürülebilir bir şekilde yönetimi ve korunması ile ilgili bilgi ve farkındalığa sahip olunması olarak tanımlanabilir.

Su okuryazarlığı ile ilgili nasıl çalışmalar yürüttünüz?

Özellikle genç nesillerin bu konuda erken yaşlarda farkındalık çalışmalarının gerek okullarda gerekse projeler vasıtasıyla yürütülmesi gerekiyor. Bu kapsamda gerçekleştirdiğimiz ilk çalışmamız “Okul Öncesi Öğrencilerinin Su Farkındalığı Eğitimi” projesiydi. Bu proje ile yaklaşık 15 okul öncesi öğrencisiyle çalışarak su ile ilgili temel bilimsel bilgilerin yanında oyun tabanlı etkinliklerle suyu koruma konusunda bilinçlenmelerini, en azından bir farkındalık kazanmalarını sağlamaya çalıştık.

2017 yılında gerçekleştirdiğimiz ve TÜBİTAK tarafından desteklenen “Suyu Boşa Akıtma, Geleceğini Karartma: Ortaokul Öğrencilerinin Su Farkındalığı Eğitimi Araştırması” projesi kapsamında 24 öğrenci ile çalışarak su ile ilgili farklı konuları anlamaları ve bilinçli bir şekilde kullanımlarını sağlamaya çalıştık. Her iki projenin ardından gerek velilerle gerekse okuldaki öğretmen/müdürleriyle yaptığımız informal görüşmelerde öğrencilerin bu konudaki bilinç ve farkındalıklarının halen devam ettiğini gördük. Su okuryazarlığının geliştirilmesinde öncelikli adımın eğitimden geçtiği ve hatta doğru eğitimden geçtiği aşikâr.

Ayrıca, ABD tabanlı ProjectWET Derneği ile iletişime geçerek üyeliğini aldık. Derneğin bulunduğu Montana eyaleti Bozeman şehrinde eğitimler aldık. Aldığımız bu eğitimi döner dönmez TÜBİTAK destekli bir projeye dönüştürdük ve ilk yıl 24, ikinci yıl 25 olmak üzere yaklaşık 30 farklı şehirden katılan 49 fen bilgisi ve biyoloji öğretmenine 1 hafta süren eğitimlerle bu etkinlik ve içerikleri öğrettik. Her bir öğretmenimiz okulunda bu etkinliklerden en az bir tanesini, bir sınıfına uygulasa bile bizim bir yılda ulaştığımız öğrenci sayısından çok daha fazla olacağını gördük. Nitekim bu şekilde de oldu ve yüzlerce öğrenciye ulaşıldı.

Tüm bunların yanında su okuryazarlığını bilinçlendirme çalışmalarını sosyal bir platforma da taşıyarak Su Okulu Derneği’ni 2021 yılı ocak ayı içerisinde kurduk ve dernek çatısı altında öğretmenlerimize ve öğrencilerimize workshoplar düzenleyerek Amerika’dan onaylı sertifika vermeyi planlıyoruz.

“Su okuryazarlığının en iyi gelişim gösterdiği sınıf beşinci sınıflar”

Su okuryazarlığı ile ilgili yürüttüğümüz bilimsel çalışmalarda erken yaşların farkındalık kazanmasında önemli olduğunu gördük. 5-6 ve 7. sınıf öğrencileri ile yürüttüğümüz karşılaştırmalı çalışmada da su okuryazarlığının en iyi gelişim gösterdiği sınıfın beşinci sınıflar olduğunu tespit ettik.

Eğitimin yanında artık günümüzde sosyal medyanın gücü de küçümsenemeyecek kadar önemli. Pek çok kitleye bu platformlardan ulaşmak mümkün. Doğru bilgilendirmelerin yapıldığı, bilimsel bilgi ile desteklenen içeriklerin sunulduğu çalışmalara daha çok yer verilmeli, bu anlamda kitleleri etkileyen insanların yer almasına dikkat edilmelidir.

Suyun etkili ve bilinçli kullanımı için neler yapılmalı? Vatandaşlara önerileriniz neler?

Artık günümüzde diş fırçalarken veya tıraş olurken suyu kapatmak, açık muslukları kapatmak, bozuk muslukları tamir ettirmek, çiçekleri akşam serinliğinde sulamak veya bulaşık makinesi kullanmak gibi yazılı önlemlerin sıradan olduğunu, insanların bunları zaten yaptığını görebiliriz. Günümüz insanlarının daha ikna edici önerilere ihtiyaçları vardır. Bireysel önlemler küçük ama kitlesel olarak gerçekleştirildiğinde etkili çözümlerdir. Ancak bu konuda devletlerin önemli adımlar atması gerekiyor. Son yıllarda başlayan çalışmalardan yağmur suyu hasadı bunlardan biri. Bu çok önemli bir çalışma ancak bunun bir an önce yalnızca kurum/kuruluşlardan özellikle apartmanlara ve hatta müstakil evlere uyarlanması gerekiyor. Çünkü evsel kullanım su israfında göz ardı edilemeyecek kadar fazla. Özellikle tuvalet rezervuarlarından harcadığımız su, evsel kullanımın önemli bir kısmını oluşturuyor. Artık rezervuara su dolu pet şişe koymanın yeterli olmadığını insanların bu bilince ulaşana kadar temiz suyu fazlasıyla boşa harcadığını biliyoruz. Bu nedenle yağmur suları özellikle kurulacak olan düzenekle tuvalet rezervuarlarında kullanılabilir.

“Bir pizzanın üretiminde 1259 litre su kullanılıyor”

Suyun bilinçli kullanımına yönelik alınabilecek önlemlerden biri de bireylerin su ayak izini bilmeleri veya en azından su ayak izinin ne demek olduğunu bilmeleridir. Örneğin, bir pizzanın üretiminde 1259 litre su kullanılıyor. Su ayak izini bilmeyen öğrenciler bunun mümkün olamayacağını düşünüyorlar. Çünkü öyle olsa pizzanın çok hacimli bir yiyecek olması gerektiğini düşünüyorlar. Bu bağlamda bile su okuryazarlığının eksik olduğunu görebiliyoruz. Onlara su ayak izini kısaca tanımladıktan sonra yemedikleri yarım bir pizzayı çöpe atmaları halinde yaklaşık 600 litre suyu boşa harcamış olduklarını ifade ediyorum. Yalnızca öğrenciler değil, yetişkinler için de bu 600 litreyi zihinlerinde canlandırmak kolay değil. Tuvalet rezervuarının 6 litre olduğunu düşünürsek yarım bir pizzayı çöpe atmak yerine 100 kere sifona basmak ister miydiniz diye sorduğumda çocuklar bunun şokunu yaşıyorlar. Aslında düşündükleri bunun bir çılgınlık veya delilik olduğu ve asla yapılmaması gerektiği yönünde. Bu noktada öğrenciler aslında yiyecekleri israf etmemeleri gerektiğini daha iyi anlamış oluyorlar. Su ayak izi yalnızca yiyeceklerde değil, kullandığımız tüm ürün ve hizmetlerde de karşımıza çıkıyor. Ancak yine de küçük adımlarla bir yerden başlamak gerekiyorsa, yiyecek maddelerinin paketlerinde yer alan besin öğeleri kısmına kesinlikle su ayak izi de eklenmeli ve böylece farkındalık ve bilinçli kullanım geliştirilmelidir.

Pandemiyle birlikte el hijyeninin sağlanması için el yıkama eylemi de arttı. Bu noktada suyun ve hatta sabunun verimli kullanılması önemli. Bunun için evlerde alabileceğimiz küçük ama etkili bir yöntem de boş bir sıvı sabun şişesine su doldurarak hiç suyu açmadan bu su ve sabunla ellerimizi iyice yıkadıktan sonra yalnızca durulama amacıyla musluğu açmaktır. Bu yöntemle gerçekleştirdiğim el yıkamalarda 1 ile 1,5 litre arasında su tasarrufu sağladım. Günde 10 kere elimizi yıkarsak, bu 10-15 litre suyu boşa harcamaktan kurtarmak olur. Bu da 10 litrelik bir damacanayı yere dökmekle eşleştirilebilir.

Su okuryazarlığının müfredata girmesi sizce nasıl bir adım olur?

Bu tabii ki atılabilecek en önemli adımlardan biri olur. Çünkü su okuryazarı bireylerin yetiştirilmesi doğru eğitimle mümkün. Su günlük yaşantımızda somut olarak en fazla etkileşimde bulunduğumuz kaynaklardan biri. Bir diğeri de hava, ancak havayı somut olarak göremediğimiz gibi nefes alma eylemimiz aslında bir refleks olarak gerçekleşiyor. Oysa su somut ve suyu içmek için bilinçli bir eylem gerçekleştiriyoruz. Bunun yanında yine her ne kadar havamızın temiz olduğunu düşünsek de ölçümler yapıldığında kirlilik ajanlarını barındırdığını yine bu ölçümler sonucu öğreniyor ancak göremiyoruz. Dahası kirli olduğunu bilsek bile bu eylemimizden vazgeçmiyoruz. Ancak suyun kirlenmesi somut olarak fark edebileceğimiz ve hemen davranışa dönüştürebileceğimiz bir kirlilik çeşidi. Hemen içmeyi bırakıyoruz veya temizlemek için yollar arıyoruz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü kaynakların tasarruflu kullanımını öğretmek, kirlilik konusunda bilinç kazandırmak için işe suyla başlamalı ve diğer kaynakları su üzerinden açıklamaya çalışmalıyız. O nedenle su ile ilgili konulara müfredatta doğrudan ve daha fazla yer verilmeli.

Sadece okullarda değil, ailede de bu bilincin çocuklara kazandırılması gerekiyor. Aileler, çocuklarına bu konuda nasıl eğitimler vermeli?

Bu konuda ailelere önemli görevler düşüyor. Çocuğun okulda öğrendiğini evde de pekiştirmesi, davranışın kalıcı olmasında son derece önemli. Çünkü çocuğun örnek aldığı kişiler önce aile bireyleri ve onların tutumları. O nedenle ailenin de benzer tutumları sergilemesi gerekiyor. Birlikte yapılan diş fırçalama eyleminde ebeveynin rol model olması, “Şimdi suyu kapatmalıyız” gibi ifadelerle de bunu sözlü olarak çocuğa benimsetmesi gerekiyor. Yine evde yaptığı küçük tasarruf uygulamalarına çocuğu da dahil etmeli, rezervuara suyu birlikte koymalı veya sebze meyve yıkadığı su ile çiçekleri sulamada iş birliği istemeli.

Daha önce de bahsettiğimiz el yıkama uygulamasında sıvı sabun şişesine birlikte su koymalı veya bu sorumluluğu tamamen ona vermeli, ellerini yıkarken bunu uygulamasını teşvik etmeli. Özellikle lavabolara dökülmemesi gereken kızartma yağlarını birlikte biriktirmeli, geri dönüşüme birlikte teslim etmeliler. Aileler israfın önüne geçmek ve özellikle su ayak izini küçültmek adına haftalık yemek planları yapabilir, kâğıt gibi geri dönüştürülebilen atıkları birlikte biriktirebilir ve yine geri dönüşüm kutularına atmada çocuklarına sorumluluklar verebilir. Su kaynaklarının yakınlarına yapılan ziyaretlerde çöp toplama faaliyeti yapılabilir, kirletilen suların evlerimizdeki musluğa kadar nasıl ulaşabileceği açıklanabilir. Evdeki uygulamaların doğal süreçler içerisinde olmasına dikkat edilmeli, bu süreçte çocuğu zorlayıcı, davranışa karşı olumsuz tutum sergileyebileceği, mekanikleşmiş eylemler olmasından sakınılmalıdır. 

Grafik: Bedra Nur Aygün

Geleceğimizin teminatı 'su okuryazarlığı'

Geleceğimizin teminatı 'su okuryazarlığı'

Geleceğimizin teminatı 'su okuryazarlığı'

Geleceğimizin teminatı 'su okuryazarlığı'

TRT

Devamını Oku
Yorum Yapabilirsiniz

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yaşam

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Dikkat edilmediği takdirde güneş ışınlarının cilde pek çok zararı bulunuyor. Bunun için ışınların dik açıyla düştüğü saat diliminde güneşten kaçınmak, koruyucu krem kullanmak, uygun kıyafet tercihi ve gözlük takmak gibi tedbirler hayli önemli.

Published

on

By

Yaz geldi. Güneş tüm yakıcılığıyla ışıldıyor. Dünya’nın ışık ve ısı kaynağı güneş, aynı zamanda kimi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Öyle ki iş cilt kanserine kadar varabiliyor. Bu olumsuz etkilerden uzak durmak için çeşitli önlemler almak gerekiyor. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlkin Zindancı, güneşten korunmak için izlenmesi gereken yolları TRT Haber’e anlattı.

Ciltte güneşe karşı blokaj oluşturulmalı

Güneşe karşı her insanın duyarlılığı farklı. “Herkes güneşten aynı derecede etkilenmez” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini, “Özellikle çocuklar ve yaşlılar, açık ten-göz-saç rengine sahip kişiler güneşe her zaman daha duyarlıdır. Esmer tenli birine göre bu grup her zaman daha fazla etkileniyor. Daha fazla korunmaları gerekiyor” şeklinde sürdürüyor.

Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için ilk kural Prof. Dr. Zindancı’ya göre şu: “Etkili olduğu saatte güneşten kaçınmak çok önemli. Bu da güneşin dik açılarla geldiği 11.00-15.00 saatleri arası. Bunu özelikle belirtmek lazım. Bu saatlerden kaçınacağız.”

Prof. Dr. Zindancı’nın dikkat çektiği bir diğer ayrıntı ise blokaj:

“Blokajı öncelikle kıyafetlerle oluşturabilirsiniz. Öncelikle güneşe karşı hassas olan kişilerde bunu muhakkak belirtmek lazım. Giysiler çok kalın olmayan, ışığı yansıtacak tarzda açık renkli, gevşek uzun kollu olabilir. Şapka, gözlük hatta şu aralar maske bile güneşten koruyor.”

Güneş koruyucu krem kullanmak şart

Bir diğer korunma yöntemi ise dermatoloji uzmanlarının önemle üzerinde durduğu koruyucu kremler… Koruyucu ürünler fiziksel ve kimyasal olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Prof. Dr. Zindancı bu ayrımın ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor:

“Fiziksel koruyucular içlerinde kimyasal maddeyi en az barındıran, daha çok bariyer oluşturan ürünler. Özellikle yaşlılar, çocuklar ve hamilelerde bunun kullanılmasını tercih ediyoruz. Diğer ürünler ise kimyasal diye geçiyor ama yine bunlar da pek çok testten geçen ürünler. Yine zararlı olmayan maddelerden elde ediliyor.”

30 faktör ve üstü koruyucu krem önerisi

Güneş koruyucularını satın alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gereken birtakım detaylar var. Koruyucu ürünlerin hem ultraviyole A hem de ultraviyole B’ye karşı etkili olması gerekiyor. Bir diğer detayı ise Prof. Dr. Zindancı şöyle anlatıyor:

“SPF (sun protectin factor) 30 faktör ve üzeri olmalı. Burada marka önemli değil. Testleri yapılmış, bilindik ve geçerliliği kabul edilmiş markalardan alınmalı. Yine bunun cilt tipine uygun olmasını öneriyoruz. Akneli ciltler için çok yağlı olmayan ürünler, kuru ciltler için de nemlendirici içerikleri olduğu belirtilenler… Bir de tabii ürünün raf ömrü önemli. Açık olmayan iki-üç yıllık raf ömrü olan ürünler tercih edilmeli. Açık ürünlerin ise bir yıl daha kullanılacağı kabul edilir. Uygun şartlarda saklandıysa rengi, kokusu, akışkanlığı ve kıvamı değişmediyse bu güneş koruyucuların kullanılması söz konusu olabilir.”

Bronzlaşmaktan kaçınmak gerek

Yaz aylarında sıkça kullanılan ürünlerden biri de bronzlaştırıcılar. Ancak bronzlaşmak ve bunun için bazı ürünler kullanmak dermatoloji uzmanları tarafından kesinlikle önerilmiyor. Prof. Dr. Zindancı, “Zaten güneşin zararlı etkilerinden kaçmaya çalışıyoruz. Mümkünse bronzlaşmaktan kaçının. ‘O zaman D vitamini nasıl alacağız?’ diyorlar. Güneş koruyucular zaten öyle yüzde yüz korumuyor. Koruyucuya rağmen bizim maruz kaldığımız güneş, bir miktar D vitamini sentezine izin veriyor. Biz bir de bunu kol iç yüzü gibi daha nadir güneş gören yerlerden günlük 10-15 dakika güneşte kalarak alabiliyoruz” diyor.

Güneşin etkilerinden bazı bölgeleri özellikle korumamız gerekiyor. Yüz, göğüs, kulak kepçeleri, el sırtı ve erkeklerde dökülen saçların olduğu bölgeler gibi… Çünkü bu bölgeler aynı zamanda cilt kanserlerinin de en fazla görüldüğü yerler.

Güneş yanıklarına karşı ne yapılmalı?

Güneş yanıklarına ve lekelerine karşı yapılması gerekenler de önemli. Doç. Dr. Zindancı’nın bu noktadaki önerileri ise şöyle:

“Güneş yanığı sonuçta medikal acil bir durum. O bölgede bir reaksiyon oluşuyor. Biraz normalin üzerinde güneş, o bölgede bazı süreçleri başlatıyor. Bu gibi durumda kişinin yapması gereken hemen o bölgeyi biraz serinletme, suya tutma, üzerine nemlendirici bir şeyler sürme olabilir. Diş macunu ve şampuan gibi şeyler sürülmemeli, varsa ağrı kesici alınabilir. Onun haricinde basit yara kremleri kullanılabilir. Ama yanıt alınamıyorsa medikal tedavi öneriyoruz.”

Güneş lekeleri uzun sürede oluşuyor

Günümüzde çok sayıda insanın muzdarip olduğu bir başka konu ise güneş lekeleri… Ancak güneş lekeleri daha farklı gelişiyor. Öncelikle güneş yanığı hemen gelişirken lekeler tam tersi uzun süre güneşten korunmayan insanlarda meydana geliyor. “Bu lekeler güneşin uzun yıllar içinde biriktirici etkisine bağlıdır. Biriktirici etki süresi uzadıkça leke oluşuyor. Lekeler güneş hasarı bulgusudur” diyen Prof. Dr. Zindancı sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Bu biraz cilt tipiyle de alakalı. Herkeste güneş lekesi olmaz. Esmer tene doğru gittikçe leke kolaylaşır. Lekelerde sigaranın ve hormonların da etkisi var. Ama bu lekelerin oluştuğu alanlar, kronik hasarın ve kanser riskinin en fazla arttığı alanlardır.”  

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

Güneşten korunmak için hangi önlemleri almalıyız?

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk hekimlerinin tedavi yöntemi dünya tıp literatürüne girdi

Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ve ekibi, hastasını, ilaç tedavisinin yeterli gelmediği zorlu bir kalp ritim bozukluğundan dünya tıp literatürüne giren yöntemle kurtardı. Hastanın kalp fonk

Published

on

By

Kalbinde 10 yıldır ritim bozukluğu (aritmi) bulunan 41 yaşındaki Ercüment Taşkıran, hastalığının neden olduğu çabuk yorulma, aşırı terleme, bunalma, bayılma ve kalp yetmezliği gibi sorunlarla hayatını sürdürmeye çalışıyordu.

Tedavisinde kullanılan ilaçların fayda etmediği Taşkıran, bir gün evinde bayılması üzerine Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.

Tetkikler sonucunda Taşkıran’a, kalbin kulakçıklarından kaynaklanan, ölümcül olmayan ancak devamlılığı halinde kalp yetmezliğine kadar varabilen kötü sonuçlarla seyreden “atriyal taşikardi” teşhisi konuldu.

Tedavi, dünya tıp literatürüne kazandırıldı

Doç. Dr. Uslu ve ekibi, hastaları Taşkıran’ın tedavisinde, ritim bozukluğuna yol açan sorunlu bölgenin tamamen ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve aritmilerde sıklıkla kullanılan “ablasyon” yöntemini uygulamaya karar verdi.

Ercüment Taşkıran’a uygulanan ablasyon tedavisini diğerlerinden ayıran ise 3 boyutlu haritalamanın yanı sıra “sıcak” ve “soğuk” ablasyon yöntemlerinin bir arada kullanılması ve tüm elektrofizyoloji prosedürlerinin basamaklar halinde uygulanması oldu.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu ile ekibinin Taşkıran’ın kalbinin normal ritmine kavuşmasını sağlayan cerrahi yönetimi anlattıkları “Çoklu elektrofizyolojik prosedürler gerektiren zor bir atriyal taşikardi vakasının cerrahi tedavisi” başlıklı makaleleri, uluslararası hakemli dergi Journal of Electrocardiology’de yayımlanarak dünya tıp literatürüne kazandırıldı.

“Bunlar genelde nadir karşılaştığımız vakalar”

Ameliyat süreci ve tedavi planlamasına ilişkin bilgi veren Uslu, hastalarının kendilerine başvurmadan önce farklı merkezlerde ilaç tedavisi gördüğünü, kalbindeki ritim sorunlarının tespiti ve yakılmasıyla ilgili bir işlem ve göğüs ağrıları nedeniyle koroner anjiyografi geçirdiğini anlattı.

Hasta 6 ay önce kendilerine geldiğinde problemin ritimle alakalı olduğunu düşünerek işlemleri buna göre planladıklarını aktaran Uslu, tetkiklerde, kalbin sağ üst kulakçık bölgesinden kaynaklanan bir çarpıntı saptadıklarını ve hastaya “atriyal taşikardi” teşhisi koyduklarını dile getirdi.

Bu bölgenin ancak 3 boyutlu haritalamayla netleştirilebileceğini tespit ettiklerini belirten Uslu, “Bunlar nadir karşılaştığımız vakalar. Bu tip çarpıntılarda -kompleks aritmi olarak düşünüp- hem üç boyutlu haritalamayı hem de konvansiyonel yöntemleri kullanarak işlem planlıyoruz. Bu hastamızda da kalp pilinden tutun ölüme kadar riskler taşıyabilen bir rahatsızlıkla karşı karşıyaydık” dedi.

Doç. Dr. Uslu, ilk olarak, elektrofizyolojik çalışmayla çarpıntının anormal mi yoksa kalbin kendisinden kaynaklanan sinüzal taşikardi mi olduğunu ayırt etmek için kalbin içine kateter yerleştirdiklerini anlattı. Neticede bunun anormal bir çarpıntı olduğunu belirlediklerini kaydeden Uslu, daha sonra, anormal ritmin çıktığı bölgeyi bulmak için 3 boyutlu haritalamayla kompleks bir şekilde tam odağı tespit ettiklerini söyledi. Uslu, “radyofrekans ablasyon” adlı işlemle odağı ortadan kaldırmaya çalıştıklarını belirtti.

Cerrahi ve aritmi ortak çalışarak hastanın ritmini düzeltti

Yaptıkları ilk girişimin başarısız sonuçlandığını belirten Uslu, hemen ardından kalbin kulakçık bölgesinden çıkan ve “apendiks” denen bölgeyi dondurarak, ablasyon yöntemiyle kalbi kendi dokusundan tamamen izole etmeyi planladıklarını dile getirdi.

Uslu, aynı seansta ikinci işlem olarak, genel anestezi altında batın üst kısmından iğneyle “epikard” denilen kalbin dış kısmını 3 boyutlu haritaladıklarını söyledi. Çarpıntının dış yüzeyden kaynaklandığını daha önceden bildikleri için bu bölgeyi haritaladıklarına değinen Uslu, ablasyon ile sinüs ritmi denilen normal ritmi elde edemediklerine işaret etti.

Bunun üzerine üçüncü aşamaya geçtiklerinden bahseden Uslu, “Bu tip hastalarda yapılması gereken, kalbin bu bölgesinin cerrahiyle ortadan kaldırılmasıdır. Cerrahi ve aritmiyle ortak çalışmamızla bu bölgenin eksizyonu ile hastada normal ritmi elde ettik” bilgisini verdi.

Doç. Dr. Abdülkadir Uslu, 2 saat süren ameliyatın ardından Ercüment Taşkıran’ın sağlığına kavuştuğunu aktararak, “İşlem bittikten sonra hastamızın ritmi tamamen normaldi. Sonrasında hiçbir aritmi yaşamadık. Öncesinde hastamızda aritmiye bağlı kalp yetmezliği gelişmişti. Ritmin normale dönmesinden sonra tamamen kalp fonksiyonlarının da normale döndüğünü gördük. Hastamız gayet mutlu. Şu an takiplerimize devam ediyoruz” diye konuştu.

“Kompleks aritmilerde ekip çalışması önemli”

“Kompleks aritmi” denilen bu tip aritmilerin tedavisi için ciddi bir ekip çalışması gerektiğine işaret eden Uslu, “Hastanemizde yaptığımız ekip çalışmalarıyla bu şekilde başarılı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Bu açıdan Koşuyolu Hastanesi aritmi ekibi olarak ciddi anlamda hem efor sarf ediyor hem de bu tip mutlulukları yaşayabiliyoruz. Bu şekilde çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Doç. Dr. Uslu, vakanın dünyada tıp literatürüne girdiğini de vurgulayarak, “Avrupa’nın prestijli bir elektrofizyoloji dergisinde bu vakamız yayımlandı. Dünyada uygulanan nadir taşikardi operasyon türlerinden birisi. Daha önceden ülkemizde bir kere yapılmış bir işlem. Dünyada da bizim yaptığımızın dışında bir örneği vardı. Bizimki de üçüncü olarak literatüre girdi.” diye konuştu.

“Kalbimin yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde”

Ercüment Taşkıran, kalbindeki ritim bozukluğu nedeniyle yolculuk esnasında terleme, aşırı bunalma hissi ve gece uyuyamama gibi yaşamını ciddi derecede etkileyen sıkıntılar yaşadığını anlattı.

Rahatsızlığının ileri safhalarında kalp ritmini algılamak amacıyla kendisine holter cihazı takıldığını belirten Taşkıran, burada kalbinin birkaç saniye durduğunun da gözlendiğini dile getirdi. Taşkıran, süreç içerisinde rahatsızlığının ağırlaştığını, tetkikler sonucunda kendisine ablasyon tedavisi önerildiğini ancak korktuğu için ilaç kullanmaya devam ettiğini söyledi.

Aradan 3-4 yıl geçtikten sonra bir akşam üzeri rahatsızlandığını ve ambulansla Koşuyolu’na getirildiğini aktaran Taşkıran, “Ertesi sabah ilk operasyon yapıldı. İlk operasyondan sonra 2 aylık bir süre oldu. İki ayın sonunda, ameliyat başarısız olduğu için tekrar deneneceği söylendi. Aralık ayının son haftası operasyon gerçekleştirildi” diye konuştu.

Şu anda kendisini iyi hissettiğini belirten Taşkıran, duygularını şöyle dile getirdi:

“Ameliyattan sonra ilaç kullanmam gerekmedi. 10 yıl boyunca bu rahatsızlık sürdü ve sonuna gelindi. O yaşadığım dönemlerle bu dönem arasında ciddi bir fark var. En azından ilaç kullanma psikolojisini tamamen atlattım. Çocuğumla daha eğlenceli zamanlar geçirmeye başladım. Rahatsızlık kalbimi yoruyordu. Enerjim kalmıyordu. Sanki kalbimin yüzde 100’ü değil de yüzde 10’u çalışıyor gibi bir his vardı içimde sürekli. Koşu yaparken, yüzerken nefesim kesiliyordu. Artık onlar geride kaldı.”

Tedavinin tıp literatürüne girmesinin kendisine güzel hissettirdiğini ifade eden Taşkıran, “Çaresi bulunamayan bazı hastalıklarda böyle tedaviler örnek oluyor. Bundan sonra belki, bana uygulanan yöntem başarılı olduğu için başkalarına da aynı yolla müdahale edilecektir. Genç olduğum için operasyonun daha risksiz geçeceğini düşünüyordum. Sigara ya da alkol kullanmadığım için sağlıklıydım. Bu da sanırım bir etken oldu” dedi.

TRT

Devamını Oku

Yaşam

Türk Kızılay her yıl milyonlarca insanın yardımına koşuyor

Türk Kızılay, yurt içinde ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibinin yardımına koşuyor.

Published

on

By

Kurulduğu 11 Haziran 1868’den bu yana bağışçılardan aldığı destekle çalışmalarını sürdüren Türk Kızılay, dünyanın dört bir yanında insani yardım faaliyetleri yürütüyor.

Din, dil ve ırk ayrımı gözetmeksizin tüm mazlumlara yardım eli uzatan Kızılay, 170 bini aşkın gönüllüsüyle, kan hizmetleri, uluslararası yardımlar, sosyal hizmetler, göç ve mülteci hizmetleri gibi pek çok alanda ihtiyaç sahiplerinin yaralarını sarıyor.

29 Ekim-4 Kasım Kızılay Haftası dolayısıyla derlediği bilgilere göre, Türk Kızılay, yurt içi ve yurt dışında bulunan delegasyonları vasıtasıyla her yıl yaklaşık 30 milyon ihtiyaç sahibine temas ediyor.

Bu kapsamda Kızılay, Afganistan, Azerbaycan, Bangladeş, Bosna Hersek, Bulgaristan, Endonezya, Filistin, Güney Sudan, Irak, KKTC, Myanmar, Pakistan, Senegal, Somali, Sudan, Suriye, Yemen ve Kırgızistan dahil çok sayıda ülkede hizmet veriyor.

Suriye’ye 50 bin tır insani yardım malzemesi ulaştırıldı

Suriye’de savaştan zarar gören ve yerinden edilen kişilere ulaştırılmak üzere savaşın başından bu yana 50 bin tır insani yardım malzemesi sınırdan geçirildi.

Ayrıca, Suriye’de 40’tan fazla tıp merkezi, 10’a yakın yetimhane ve birçok sevgi mağazası kurularak muhtaçlara destek olundu.

Ramazanda yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı

Ramazan ayı ve Kurban Bayramı süresince de dünyanın farklı coğrafyalarındaki milyonlarca insana giyim yardımı, gıda kolileri ve kumanyalar dağıtıldı.

Ramazan ayında yaklaşık 10 milyon kişinin ihtiyaçları karşılandı. Kurban Bayramı süresince ise 21 ülkede kesilen kurbanlarla 3 milyondan fazla aile kurban bereketini yaşadı.

Bunun yanında, özellikle salgın sürecinde VEFA guruplarıyla birlikte görev yapan Türk Kızılay ekipleri, milyonlarca kişinin gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarını evlerine ulaştırdı.

2 milyon 258 bin 181 ünite kan hastanelere gönderildi

Türkiye’deki kan ihtiyacının neredeyse tamamını gönüllü ve sürekli bağışçılar sayesinde karşılayan Türk Kızılay, kan hizmetlerini de kan bağış merkezi ve mobil kan bağış araçlarıyla yürütüyor.

Türk Kızılayın kan bağış noktalarında, tek kullanımlık malzemelerle, hijyen ve sosyal mesafe kuralları çerçevesinde hizmet veriliyor. Dileyen bağışçılar, “www.kanver.org” adresinden randevu alarak kan bağışında bulunabiliyor.

Bu kapsamda, 2021’in başından bu yana yüzde 87,25’i erkek, yüzde 12,72’si kadınlardan oluşan 1 milyon 707 bin 176 kişi kan bağışında bulundu. Bu bağışlardan elde edilen 2 milyon 258 bin 181 ünite kan ihtiyaç sahiplerine gönderildi.

Bu yıl en çok kan bağışı 18-25 yaş arasındaki gençlerden geldi. İlk defa kan bağışlayanların sayısı ise 510 bin 3 oldu.

34 bin 794 ünite immün plazma COVID-19 hastalarına ulaştırıldı

Öte yandan, Sağlık Bakanlığının onayı ile başlatılan immün plazma tedavisi çok sayıda COVID-19 hastasına umut oldu.

Bu kapsamda, 2021’in başından beri COVID-19 geçiren ve sağlığına kavuşan kişilerden 9 bin 672 ünite immün plazma bileşeni toplandı. Bunlardan toplam 34 bin 794 ünite immün plazma bileşeni üretilerek COVID-19 tedavisi gören hastalara ulaştırıldı.

TRT

Devamını Oku

Trending

Reklam